6 Temmuz 2014 Pazar

Kurumsallaşma ve Türkiye’nin Halleri


 Memlekette büyükçe bir kargaşa yaşanıyor. Biz de vatandaş olarak izliyoruz…
 Yurttaşsız Demokrasi

Aslında bu kargaşa ve kavga çok eski…
 1700’lü yıllarla birlikte, Osmanlı’nın yeni Avrupa’yı fark etmesiyle başlıyor…
O tarihlerden itibaren, çok ciddi bir “statüko” ve “yenilikçilik” kavgası yaşanıyor…
O dönemlerde yeniliklere direnenler padişahları bile (III. Selim gibi) katlediyorlar…
 Yani, kavga hiç yeni değil…
Kavga yeni değil de, “duruma” göre “yenilikçiler” ile “statükocular” yer değiştirebiliyor…
Günümüzde yaşanan siyasal, yargısal, kurumsal çatışmaları belki de o kadar gerilere götürmeye gerek yok…
1960’lı yıllara gidelim yeter… Hani, hiç yoktan sebeplerle başbakan ve bakanlar idam edildi ya… İşte o tarihler…
O tarihlerden itibaren, yani 50 yıldır bu memleketin kurumları ve insanları birbirini “paralamak” için olağanüstü bir gayret gösteriyor…
Bu nedenle de birileri veya bazı kurumlar, iktidar kavgası verdiği için her şeyi “yeni” gösterme gayretindeler.
Bu sorunların bile “yeni” etiketiyle ortaya sürülmesi ve tartışılması “rant” ve yeni “mühimmat” sağlıyor… Çarpışanların elini güçlendiriyor…
Nasıl mı?
Eğer sorunların “eski” olduğunda anlaşılabilse, kavgaların büyük bir kısmı terk edilecek ve “herkes”, yani her kişi ve kurum birlikte çözümlere aramaya başlayacak…
Sorunların “eski” olduğu, en azından bugünkülerin bu sorunların büyük bir kısmında payı olmadığı anlamına gelecek…
Hiç olmazsa kavgaların dozu azalacak…
“Aklı selim”in galip gelme ihtimali doğacak…
Ama her sorunun “yeni” olduğuna karar verildiği ve tartışmalar bu minvalde sürdürüldüğü zaman; kendiliğinden bu sorunları “yenilerin” ürettiği ortaya çıkacak…
Bu da karşı taraf için müthiş bir “saldırı” ve “eleştiri” malzemesi anlamına geliyor…
Oysa sorunların yüzlerce yıllık olduğu, kuralların, hukukun ve “ilkelerin”  “zamana”, “zemine”, “kadroya” ve hatta “mevsime” göre uygulandığı kabul edilse…
Bu ülkeye hukukun henüz gelmediği; hukuk yerine keyfiliğin egemen olduğu; bütün kurumların kendi işlerini yapmak yerine “siyaset” yapmayı çok sevdiğini herkes bir “itiraf” edebilse…
Belki biraz olsun rahatlayacağız…
***
İşte tam da burada, Batıda bolca bulunan bizde izine hiçbir yerde rastlanılmayan  “kurumsallaşma” üzerinde durmak lazım…
Yukarıda bahsedilen durumların hiçbirisi kurumsallaşma göstergesi değildir…
Kurumsallaşma, ilkelerin, kuralların, hukukun ve uygulamaların zamana, zemine, kuruma, gruba, ekibe, camiaya, ideolojiye ve mevsime göre değişmemesi demektir.
Bir ülkede veya bir kurumda, var olan hukukun/kuralların/ilkelerin herkese ve her daim eşit bir biçimde uygulanmasıdır…
Batıyı Batı yapan, temel faktör budur… Batının gelişmişliğinin en önemli göstergesidir, kurumsallaşma…
Herkes, sorununun hangi kurumla ilgili olduğunu ve nasıl çözüleceğini bilir.
Herkes, kendisinin “eşit” vatandaş olduğunu ve hemen her resmi kurumda eşit davranışla karşı karşıya kalacağını bilir…
Son 11 yılda, aynı iktidar döneminde BEŞ MİLLİ EĞİTİM BAKANI eskiten bir sistemin kurumsallaşmasından, sağlıklı olmasından; verimli ve etkin olmasından söz edilebilir mi?
Batıda “nadir” istisnalar ve uygulama kazaları kuralları bozmazken, bizde istisnalar kural olur…
Orada vatandaş her şeydir, bizde hiçbir şey…
Orada, kurumlar yalnız ve yalnız kendilerine yasaların vermiş olduğu görevlerle ilgilenir…
Bizde her kurum “vatan kurtaran aslan” muamelesi görür…
Bizim sürekli “vatan kurtaran aslanlara” ihtiyacımız vardır…
Batıda vatandaş her şeydir; vatanın da, sisteminde, kurumlarında gerçek sahipleridirler.
Bizde “vatan kurtaran aslanlar” her şeydir…
Orada herkes kendi işinden ve hayatından sorumluyken, bizde herkes her şeyden sorumludur…
Herkes ötekine göre vatanperverdir; öteki de vatanı satmaya hazır, pusuda beklemektedir…
Canım memleketim!...
***
Oysa canım kardeşim mesleğin neyse onu en iyi şekilde yapıver…
Her kurum kendi işini yapsa, kendi görev alanlarının dışına çıkmasa…
Ötekileştirmeler, düşman üretmeler, hukuksuzluklar, kayırmalar, kollamalar, yolsuzluklar, şaibeler son bulsa; hesap verebilirlik, şeffaflık, katılımcı yönetim ve katılımcı bütçe kurumsallaşsa...
Bizde dünya gözüyle adam gibi bir demokrasi görebilsek…
Desek ki, “Hah işte… Siyaset kendi kurallarıyla işliyor… A kurumu ve temsilcileri kendileriyle ilgili konuların dışında kamuyu bilgilendirme gibi stratejik bir görev üstlenmiyorlar… B kurumunun temsilcileri kalkıp önüne geleni suçlamıyorlar… 
Ne yapıyorlar? Kendi kurumunu en iyi noktalara taşımak için çabalıyor… Hükümet, bağırtı çağırtıya kaçmadan, kavga etmeden, kurumları ve vatandaşları germeden, bütün toplumsal “duyarlılıklara dikkat ederek” asil bir sükûnetle kurumları koordine ediyor…”
“Oh be, dünya varmış!” diyebilmek ve dünya gözüyle böyle bir şeyi görmek acaba mümkün olacak mı?
Çok zor gözüküyor çoook…
Niye mi?
Memlekette her kurumun başkanı, temsilcisi “efe” ve bütün efeler birbirine “aba altından sopa göstermek”le meşgul…
Haydi kolay gelsin, Türkiye’nin yüzyılları kaybolmuş ve kayboluyor… Sizi niye ilgilendirsin ki? Aman ha siz efelenmekten geri durmayın ve rantınızı kollayın…

“Aman da efeler vay, vay…”
Per aspera ad astra!