28 Mayıs 2019 Salı

İnsan Kalma Kaygısı

Önce şu:
Herkes bu dünyaya insan olarak geliyor, ama insan olarak gidemiyor.
Dolayısıyla "İnsan kalma kaygısı"nı da ancak vicdan sahipleri, dolayısıyla insan olanlar taşıyabilir. Gerçekten "insan kalma
kaygısı" taşımak gerekiyor. Çünkü, insan sayısı gittikçe azalıyor ve insan kalmakta oldukça zorlaşıyor.

"Korkuyorum, birgün biri çıkıp "Ey insanoğlu" diyecek ve kimse üstüne alınmayacak" diyen şair  (İlhan Berk) kadar karamsar değilim ve O'nun kadar da bu durumdan dolayı korkmuyorum. Zira hep umudun tarafındaydım ve hala "insana dair" umudumu koruyorum. Çünkü, insan bildiklerimizin çoğu hayal kırıklığı olsa da, "şükür ki insandan insana fark var" diyen şair kadar  insanların az da olsa varlığını biliyor ve şükrediyorum. Hala bu gök kubbe altında epey insan yaşıyor. Bu sesli düşünceleri de "iyi insan olma kaygısı" taşıyanlar için yazıya geçirdim. "Ne mutlu insanım diyene" diyen düşünürün sözü üzerinde de düşünebilmek lazım. Çünkü, "insan olmadıktan, olamadıktan sonra" hiçbir aidiyetin hiçbir anlamı olmadığını, yaşadığımız her an yüzümüze yüzümüze çarpıyor. İnsan olamamışlar için aidiyetler, "amaca ulaşan her  yolu meşru kılmanın" zavallı birer aracına dönüşüyor. Maske, araç.. hangi kavramı kullanırsak kullanalım sonuç değişmiyor: Aidiyetler insanı insan yapmıyorsa, bizatihi kendileri kendilerini hiçleştiriyor, zavallı ve kullanışlı birer araca dönüşüyor.
Evet bugün "kötülük kıtalar dolaşıyor..." Engin Geçtan, "insan olmak" isimli kitabında "İlkel insan acımasızdı. Kendini koruyabilmek için öyle olmak zorundaydı. Ama diğer insanlara acı vermekten zevk alma eğilimi savaşlarla birlikte gelişmiştir" diyor. İlkel insanların acımasızlığı ultra modern insanlarda ve toplumlarda, ultra modern yöntemlerle ve maskelerle devam etmiyor mu?

***
İnsanın en büyük dramı düşünememesi, kendi yaşamının seyircisi ve nesnesi olması. Herbert Marcuse, üniversite yıllarımda  bir derste duyduğum sözüyle favorilerimden biri olmaya devam ediyor: "Günümüzün insanı yaşamıyor, seyrediyor..."

Küreselleşme rüzgarlarının çok güçlü estiği yıllarda (1990'lar) şunu savunuyordum: Dünyanın küresel bir köye dönüşmesi, kapitalizmin altın fırsatı ve güçlüleri (devletler,kişiler) daha da güçlendirecek bir düzenin hegemonyası demek. Fakat, kitle iletişim araçlarıyla dünyanın demokrasi dışı coğrafyaları için bir umut doğabilir. İnsan hakları, hukuk, adalet, demokrasi, yaşam kalitesi göstergelerinin yükselmesi için küreselleşme bir umut olabilir. Fakat, yanıldım. Daha kötü oldu. Gelişmiş demokrasiler olduğu yerde kalmadı, daha da iyileşti. Ancak, gelişmekte olanlar daha kötüye gitti ve demokrasi dışı rejimler de olduğu yerde duruyor.

Çok çok uzun zaman önce yer yüzündeki vahşeti, ayrımcılığı, kıyımları, terörü, yoksulluğu, sefaleti.. kısacası adaletsizlikleri ve haksızlıkları her okuduğumda, gördüğümde kendi kendime "uygarlık dedikleri bir masal. Bütün ilkel çağ vahşeti ve kabalığı olanca hızıyla hatta fazlasıyla devam ediyor. Değişen yalnızca kötülük yöntemleri..." diye söylenir dururdum. Öyle ya; artık insanlar uçuyor, hava taşımacılığı bireyselleşiyor, Marsa koloni kurma çalışmaları olanca hızıyla devam ediyor; dron teknolojileri birçok kişiye ulaştı; akıllı teknolojiler insanları yönetiyor; Yakında etrafımızda dron böcekler uçuşmaya başlayacak. vs...  

***
Birey, toplum, teknoloji, küreselleşme derken insanın tükeniş dramı olanca sefaletiyle her gün ekranlarda...
"Dünyanın nüfusu hızla artarken, insan sayısı hızla azalıyor" serzenişleri de bir taraftan ayyuka çıkıyor. "İnsanlık çok ilerledi, artık gözükmüyor" diyen düşünür de insanlığın günümüzdeki haline muazzam bir çığlık koparmış. Cehalet, haksızlık, zorbalık, dışlama, ötekileştirme, ayrımcılık, bencillik, çıkarcılık, günün ve dünün adamı olma oldukça "modern" yöntemlerle insanlığı teslim almış durumda. 
Bir ara bir haber çıkmıştı, "Dünya nüfusunun tamamını serveti 62 en zengin kişinin servetine eşit..." Bir başka haber de şöyleydi, "Dünyanın en zengin 8 kişisinin serveti, dünyanın yarısına bedel..."
İnternette biraz tarama yaparsanız bu türden binlerce habere rastlayabilirsiniz.

"Bu taksimi (paylaşımı) kurt yapmaz, kuzulara şah olsa" diyen şaire  (Necip Fazıl) hak vermemek mümkün mü? Bütün ekonomik göstergelerin haykırdığı yalın gerçek, dünya nüfusunun yalnızca %20'nin "iyi yaşadığını" geri kalanının "eh işte" denilebilecek türden bir yaşama sahip olduğunu ve daha altta kalanların ise lanetliler olarak yaşam mücadelesi verdiğidir. Frantz Fanon, "yeryüzünün lanetlileri" diye kitap yazmıştı. "Yeryüzünün Lanetlileri" ekonomik adaletsizliğin kurbanı olunca, peşi sıra her türlü adaletsizliğin de kurbanı olmaya mahkum...

***
Sonuçta paranın, makamın ve günün endişeleri insanları insanlıktan ediyor. Küreselleşme, teknoloji, günlük kaygılar insan kalma kaygılarını da yok ediyor. Bu tür kaygılar taşıyanlar da hangi aidiyeti olursa olsun gittikçe azalıyor.

Yine de insan kalma kaygısı taşıyanlar için son söz:
"Kalbi kirli olanın dili hep kötü söyler. Sen anılması güzel bir söz ol! Çünkü, insan kendisi hakkında söylenen güzel sözlerden ibarettir" Mevlana