29 Nisan 2014 Salı

MAKAM




 



  




         
Dün okuduğum bir söyleşide yazarın birisi şöyle bir ifade kullanıyordu: “ -Güncel olaylara girmek istemiyorum. Konuyu güncelleştirmek ve kişiselleştirmek, her zaman verilmek istenenin özünü öldürür…
Herhangi bir konuya kişileri ve olayları dahil ettiğiniz zaman, ne yazık ki genel olarak verilmek istenenler “özel” olanda kayboluyor…
Ve yine ne yazık ki, bu “tuzak”tan kaçınmak her zaman olanaklı olmuyor…
Türkiye, kim ne derse desin olağanüstü bir dönüşüm, değişim ve gelişim yaşıyor…
Her türlü alt yapı, eğitim, kültür, sanat ve siyaset… Aklınıza gelebilecek her alanda…
Bu gelişmeleri özellikle “olağanüstü” olarak niteledim.
Çünkü, değişimin hızını kavramakta zorlandığımız anlar oluyor…
***
Hemen hemen her alanda oldukça iyi gidiyoruz da…
İnsan malzemesi bir türlü düzelmiyor.
İnsan, taş değil ki yontasın…
Ağaç değil ki, biçimlendiresin…
Endüstriyel ürün de değil ki, tasarlayabilesin…
Çok zor, çok…
Ne yazık ki, insanlarımız sokakta da, üniversitede de, belediyede de, vilayette de aynı…
Devlet malıyla ve kamu bütçesiyle kurulan saltanatlar sorgusuz sualsiz devam ediyor…
Biliyorum, beni izleyen okuyucular için bu konu bıkkınlık vermiş olabilir…
Ama inanın ömrümün sonuna kadar yazma imkânım olsa bu konuları yazmak isterim…
Çünkü, özellikle yönetici konumunda olanlar, toplumun önünde kader rüzgarlarıyla yer alanlar genel olarak çok “kötü…”
Hiçbir “etik” kaygı taşımadan, “tüyü bitmemiş yetim hakkı demeden”, “-Bu devlet malı bir gün beni yakar” demeden; “hakça yönetmediğim insanlar kamu personeli, benim şirketimin elamanları değil” demeden kötü yönetmeye ve her türlü icraatlarına devam etmekteler…
Öyle değil mi?
Evrendeki iyilik ve kötülük bumerangları her zaman sahibine geri dönmez mi?
***
Avrupa Birliği üyeliğini özellikle bunun için istiyorum…
Çünkü, memleketimin çeşitli kurumlarında makamı olan yöneticilerde ve yönetilenlerinin çoğunda “vicdan”, “sorumluluk”, “utanma” ve “etik” gibi değer ve duyguları artık çok fazla göremiyorsunuz…
Gözü dönmüş bir biçimde herkes cüzdanını doldurmaya çalışıyor…
Avrupa Birliği, hiç olmazsa “hukukla”, “standartlaşmayla” ve “liyakatle” bu saltanatları yerle bir edecek ilkeleri uygulama şansı getirecektir…
AB olsa bile, birkaç kuşak değişmeden ve Türkiye gerçek bir “hukuk devleti” olmadan bu etik davranışların hasretini çekmeye devam edeceğiz…
***
İnsan olarak, en öncelikli amacımız, bir kişilik, karakter ve kimlik inşa etmek olmalıdır.
Acaba hangi niteliklerle donanmamız, insanlığımızı, adamlığımızı ve kişiliğimizi yüceltecektir?
Neyi aramalıyız?
Niçin aramalıyız?
Arama ihtiyacını bize kim hissettirecek?
Bunlar yanıtları çok zor olan sorular…
Yine de böyle “dertleri” olanlardan birinin (Alev Alatlı’nın) formülasyonu bir şeylere yanıt olur sanıyorum…
Almasını, algılamasını ve sorgulamasını bilenlere:
5A= ahlak, adap, akıl, aşk, adalet

(4 sene önce yazılmış bir yazı: Yurttaşsız Demokrasi...)
Per aspera ad astra!