Bugün, e-postadan gelen bir öyküye yer vermek istiyorum. Bu öykü
bize dair... İster “kurgu” isterse “gerçek” olsun… Önemli olan öykünün anlatmak
istediği… Alatlı’nın “Parmağıma değil, işaret ettiğine bakınız” söylemi gibi…
Toplum olarak en önemli özelliklerimizden birisi kural tanımamamız...
Oysa uygarlık, kurallar üzerine kuruludur. Buyurun, hep birlikte öykümüze göz
atalım:
Almanya'da bir dost ziyaretinden dönüyorduk. Arabayı ben
sürüyordum. Yolun ilerisinde bir kaza olduğunu gördüm. Ne olmuş diye bakarken,
birden dört yol ağzında olduğumuzu fark ettim. Işık kırmızıya dönmüş ve
ben geçmiştim. Yapacak bir şey yoktu, olan olmuştu. Duramazdım, yola devam
ettim. Gece yarısından sonraydı. Saat 2 gibiydi. Allah'tan, çevrede polis falan
da yoktu.
***
Bu olayın üstünden bir hafta kadar geçmişti. Bir mektup aldım;
karakola çağırıyorlardı. Gittim... Beni bir odaya aldılar. "Bir konuda bilginize
başvuracağız. Size bir fotoğraf göstereceğiz. Bu araba sizin şirkete ait. Geçen
hafta, şu gün, saat 02:12'de şu kavşakta kırmızı ışıkta geçerken kameraya
yakalanmış. Bakın bakalım, direksiyondaki kişiyi tanıyor musunuz?"
Fotoğrafa baktım, "Pek tanıyamadım bu kişiyi" dedim.
Bunun üzerine bir fotoğraf daha çıkardılar. Bu benim fotoğrafımdı.
"Bu sizin fotoğrafınız, bunu yabancılar şubesinden bulduk. Biz,
otomobildeki kişi ile bu fotoğraftaki kişinin aynı olduğunu düşünüyoruz? Ne
dersiniz?" dediler. "Cevap vermeden önce, isterseniz avukatınızla
görüşünüz" diye de eklediler. "İsterseniz size prosedürü anlatalım.
Eğer bu arabayı süren ben değilim derseniz, sizi mahkemeye vereceğiz. Mahkeme
uzmanlara başvuracak. Eğer resimdeki kişi olduğunuz ispat edilirse para cezası
alacaksınız. Bir de resmi makamları oyalamaktan dolayı ayrı bir cezaya maruz
kalacaksınız."
***
Düşündüm. Avukatıma soracak bir şey yoktu. "Verin, bir daha
bakayım fotoğrafa" dedim. Sonra da "Evet, bu arabadaki kişi
benim" dedim. Memnun oldular, "Doğru seçim yaptınız" dediler.
Yüklü bir ceza ödedim… Ama ehliyetime el koydular. "Ne zaman alırım
ehliyetimi geri?" diye sorduğumda "Bizden haber bekleyiniz"
dediler.
Aradan bir hafta geçti. Bir hastaneden davet aldım. Beni göz
kliniğine çağırıyorlardı. Gittim. Sıkı bir göz muayenesinden geçtim. Sonra beni
bir grup doktorun karşısına çıkardılar. Her biri benim raporu eline alıp,
"Renk körü değilsiniz. Gözünüzün sağlam olduğunu biliyor musunuz? Ama
kırmızı ışıkta geçmişsiniz" dediler. Artık bana ehliyetimi geri verecekler
diye düşündüm. Ama vermediler. Aradan bir hafta, on gün geçti. Yine hastaneden
bir davet aldım; bu kez psikiyatri bölümünden.
Verilen tarihte hastaneye gittim. Beni bir odaya aldılar. Odada
dört doktor vardı. İlk doktor, "Raporunuza bakıyorum. Gözleriniz
sağlammış. Ama trafik ışıkları kırmızıya döndükten tam 58 saniye sonra
geçmişsiniz. Bunun yanlış olduğunu biliyor musunuz?" diye sordu. Ben de
"Evet, yanlış bir davranış" dedim. Aynı şeyi, diğer doktorlar da
aynen tekrarladı. Ben de "Evet, yanlış bir davranış" diye aynı cevabı
verdim. Artık bana ehliyetimi geri verecekler diye düşündüm. Ama vermediler.
***
Aradan bir hafta, on gün gibi bir süre geçti. Bir mektupla
karakola davet aldım. Gittim, sanırım artık ehliyetimi geri alacaktım. Ama
düşündüğüm gibi olmadı. "Sizi, trafiğe çıkaracağız" dediler. Bana bir
program verdiler. Bu, günde iki saatlik, dört günlük bir programdı. İlk gün
gittim. "Arabaya binin, şehir içinde dolaşacağız" dediler.
***
Benimle birlikte üç kişi daha bindi arabaya. Hareket ettim. İlk
trafik ışıklarında durdum. Yanımdaki görevli "Buna, trafik ışığı denir.
Kırmızıda durulur. Sarı ışık, kırmızıya dönüşü gösteren uyarıdır. Anladınız
değil mi?" dedi. Ben de tekrarladım "Evet, kırmızı da durulur. Sarı
ışık, kırmızıya dönüsü gösteren uyarıdır." Işık yeşile döndüğünde kalktım.
Görevli, "Yeşil ışıkta da kalkılır. Değil mi?" dedi. Ben de tekrar
ettim, "Evet, yeşil ışıkta kalkılır." Yolda bir süre sonra kırmızıya
dönen bir ışığa rastladık. Bu kez arkadaki görevlilerden birisi, "Buna,
trafik ışığı denir. Kırmızıda durulur. Sarı ışık, kırmızıya dönüşü gösteren
uyarıdır. Anladınız değil mi?" dedi. Ben de tekrarladım, "Evet,
kırmızıda durulur. Sarı ışık, kırmızıya dönüsü gösteren uyarıdır." diye
tekrar ettim. Bu sahneyi iki saat süresince her ışıkta tekrarladık. O günden
sonraki üç günde de, yine arabama üç görevli bindi. Her ışıkta aynı sahne usanılmadan
tekrarlandı. Ama sonunda ben de ehliyetimi geri aldım.
Yukarıdaki öyküyü Almanya'da yasayan bir işadamından dinledim.
"Sonuç ne oldu?" dedim. Çok ciddi biçimde cevap verdi, "Ben
artık kırmızıda hep duruyorum."
***
Ne dersiniz, fazla “abartı” gibi... Ama her gün
onlarca insanı yollarda kaybediyoruz. Her yıl binlerce ocak sönüyor... Türkiye’de
sürücülerin % 90’ına böyle bir uygulama gerekmiyor mu?Per aspera ad astra! (YURTTAŞSIZ DEMOKRASİ, Çizgi Kitabevi, Konya)