İlim ilim bilmektir;
İlim kendin bilmektir;
Sen kendin bilmezsen
Bu nice okumaktır?
Yunus Emre
Özellikle
demokratik manipülasyonlar ve kamuflajlarla örülen bu mikro yönetsel yapılara;
biraz da “herkes kendi saltanatını kurmuş” anlamında “diktatorya” kavramının
yakışacağını düşünüyorum… Yerel siyaset hukuksal açıdan gittikçe daha fazla
demokratik bir zemine kavuşurken; uygulamalar bu “zemini” kaydırmakta ve “minik
diktatorya”lar oluşturulmaktadır. Demokratik görünümlü bu minik
diktatoryalarda, “yurttaşsız” bir demokrasi mevcuttur… Öyle ki, bu süreçlerde
merkezi yönetim, yargı, sivil toplum ve az çok duyarlılığı olan kamuoyu oldukça
çaresiz kalmakta ve özgün deyimiyle “öğrenilmiş çaresizliği” oynamaktadırlar…
Hukuk uygulanmadığı sürece, adalet yalnızca söylemde kaldıkça, yurttaş bir
“demokratik figüran” olarak algılandıkça; rahmetli Vali Recep Yazıcıoğlu’nun o güzel vurgusuyla “atanmış sultanlar ve
seçilmiş padişahlar”ın olduğu minik minik “diktatoryalar” oluşmaktadır… Rahmetli
Yazıcıoğlu bu durumu Hükümet “Konağı”, Adliye “Sarayı”, Emniyet “Sarayı”,
Belediye “Sarayı” gibi örneklerle anlatıyor ve “demek ki saltanat özentisi
içinde olanların sayısı oldukça fazla” sonucuna ulaşıyordu. Bütün etkili ve
yetkililer “görev yaptıkları kamu kurumlarına” saray veya konak adını veriyorsa
daha ne denebilir ki? Başkent Ankara’yı bile bir kenara bırakırsak, illerimizde
ve ilçelerimizdeki saraylar ve o saraylarda oturan sultanlar, onların
“konakları”, etraflarındaki “hizmetkârları” ve birden fazla “saltanat
arabaları” bize hangi demokrasiyi anlatıyor acaba? Birazcık internette
dolaşırsanız bazı valiler ve belediye başkanlarının “cipleri” ve “makam
araçları”nın bazı dönemlerde ülke gündeminin en önemli konuları haline
geldiğini görebilirsiniz. Elbette silahlı kuvvetlerde her rütbedeki “paşa”ların
imtiyaz ve olanakları bilgimiz dışında… Çünkü, kurumsal kapalılık oldukça
fazla… Bakanlıklar, bağlı kuruluşlar, “üst” kurullar, “kalkınma”nın ajansları…
Say say bitmez… Elbette bu kurum ve kuruluşlar ve onların temsilcileri çok
önemli katma değerler üretiyorlar… Ancak, üretirken yaptıkları savurganlıkları,
“kamu malına ve bütçesine karşı” takındıkları tavırlar ne kadar hukuka,
evrensel insani standartlara ve kamu vicdanına uygundur? İşte tartışmalı olan
budur… Bunlar dayanaksız söylemler diye düşünmeyiniz lütfen… Bir üst kurulun
üyelerinin Ankara ve İstanbul’daki konutlarına (duble konut, duble kira… ne
saltanat ama?) ödenen kiralar ve diğer harcamaların “dudak uçuklatan” (en az
3000 dolar) cinsten olduğu ile ilgili haberler internet sayfalarında hala haber
olarak okunabiliyor… Bunların denetimini vatandaş yapabiliyor mu? Hayır!...
Bu
durum demokrasi kuramları ve demokrasinin doğası bakımından bize ne anlatıyor?
Siyasal bazı “ayrımcı” ve “bölücü” söylemleri de katarsanız, her “yetki
bölgesi” birer saltanata ya da herkesin “kendi cumhuriyetine” ayrılmış olmuyor
mu? Hatta, başka bazı süreçlerle neredeyse “doğa durumuna” dönüş veya
toplumsalın bölünmesi ve “atomizasyon” durumlarıyla karşı karşıya bulunduğumuzu
söyleyebiliriz… “Benim siyasetçim cici, seninki böcü” yaklaşımının hiçbir
geçerliliği yoktur. Ne yazık ki, yerel uygulamalar (ihaleler, kentsel dönüşümler,
rantiyeler ve şantiyeler) göstermektedir ki kimsenin siyasetçisi “masum”
değildir…
Türkiye’de
siyaset iflas bayrağını çekmek üzeredir. Ülkenin en önemli sorunu olan terör 30
yıldır kangren haline gelmiştir ve hala başta siyaset kurumu olmak üzere bütün
kurumlar ninni söylemektedir. Türkiye’nin geleceğini ve bütün sistemi etkileyen
yasalar ve düzenlemeler “tek aktör” temelli bir siyasetle kurgulanmaktadır ve
çok riskli adımlar atılmaktadır. Türkiye’nin asıl sorunlara odaklanması için bu
sorunlu siyaset anlayışının değişmesi gerekir. 21. Yüzyıl dünyasında “izleyici
yurttaş”a yer olmamalıdır. Kamu ihale kurumunda ortaya çıkan 1 milyar TL'lik yolsuzluk ne oldu acaba hatırlayanınız var mı?
Mevcut
yerel ve genel demokraside “yurttaş” yoktur. Yalnızca nüfuz, rantiye ve şantiye
grupları vardır. Bakmayın bütün siyasi partilerin bir takım kutsal, evrensel ve
ulusal değerleri kullandıklarına… Türkiye’nin siyasette yeni bir söyleme ve kadroya
gereksinimi vardır. Mevcut siyasi partiler ve kadroları tıkanmıştır. AB
normları ve gerçek demokrasi istiyorsak beş yılda bir yurttaşın hatırlandığı,
onun dışında herkesin kendi saltanatını yüceltmek için çalıştığı bir
demokrasiye razı olmamamız gerekmektedir.
Demokratik sistemler, halka her daim hesap vermek üzere vardırlar!
(M. Akif Çukurçayır, YURTTAŞSIZ DEMOKRASİ, Çizgi Kitabevi,
Konya)
per aspera ad astra!