29 Mayıs 2012 Salı

"BÜYÜKŞEHİR VE BÜYÜK BAŞKAN SİSTEMİ" NEREYE?

12 Haziran seçimleri öncesinde “çılgın projeler” paketi içerisinde açıklanan çılgınlıklardan birisi de, “yeni büyükşehir” belediyelerinin kurulacağı şeklinde idi.


Bu “çılgınlık” yakın zamanda ne yazık ki hayata geçirilecek gibi görünüyor. Ortalıkta bir “hayalet” yasa tasarısı var ve kimse bu tasarının ne içerdiğini bilmiyor. Yalnızca etkili siyasetçiler bu yasanın çıkacağını 13 yeni büyükşehir kurulacağını, toplam büyükşehir sayısının 29’a ulaşacağını her fırsatta dile getiriyorlar.

Buraya kadar bir sorun yok elbette. Ancak, yeni yasanın büyükşehir belediyelerinin yetki alanını “il sınırlarına genişletme” gibi son derece sakıncalı ve sorunlu bir düzenlemeyi içermesi, konuyla ilgilenenlerin kabusu haline geldi.

Elbette birçok kent büyükşehir olmayı isteyecektir. Çünkü, büyükşehir belediyelerinin başkanları ABD başkanlarından daha yetkili (onlar iki dönem için seçiliyor, bizim belediye başkanları ömür boyu), hiçbir hesap verme mekanizması çalışmıyor ve belediye gelirleri de oldukça fazla.

***
Burada asıl garabet şu, eğer bu tasarı açıklandığı şekliyle yasalaşırsa dünyada örneği olmayan garabet dolu bir yerel yönetim sistemi ortaya çıkacak demektir.

Çünkü, belediye yönetimi kentsel alan yönetimidir ve dünyanın hiçbir yerinde de kırsal alanı kapsamaz. Fransa uygulamasında köyler de belediyeye dönüştürülmüştür, ancak yapı farklıdır.

Şimdi bu durumda belediyelerin yetki alanları il sınırlarına genişletilirse sistem “belediye” olmaktan çıkıyor ve otomatik olarak “eyalet ya da bölge yönetimi”ne dönüşmüş oluyor.

Eğer öyle bir niyet varsa, bu tasarıya büyükşehir değil, “eyalet ya da bölge yönetimi kanunu tasarısı” demek daha doğru olacaktır.

“Öyle bir durumda da Türkiye’yi bekleyen büyük facianın farkında mısınız?” diye sorulacaktır.

Mevcut durumda bile etnik temelli siyaset yapan yıkıcı belediyecilik anlayışı yerel ve genel siyaseti bu kadar rahatsız ediyorken, o durumda olabilecekleri hayal bile edemiyorum.

İktidar, bu yoldan acilen dönmeli ve bu tarihi vebalin altına girmemelidir. Yoksa, bu toplum kıyamete kadar affetmez.

Bugüne kadar Türkiye’nin yarısından fazlasının oyunu alan ve oldukça göz dolduran işlere imza atan hükümet, bu yanlıştan dönmelidir.

***
Büyükşehir kurmak için 750 bin nüfus şartı vardır. Küçük belediyeler sorunu vardır…

Büyükşehir belediyeleri kurulsun elbette. Buna kimse itiraz etmiyor. Fakat kanunda belirtilen nüfus kriterine uyduracağım diye böylesine büyük bir riski Türkiye’ye dayatmanın anlamı yoktur.

Çekiniz efendim nüfus sınırını 200 bine ve kurunuz kurmak istediğiniz büyükşehir belediyelerini. Bir engel mi var? Ayrıca 29 vilayet büyükşehir olunca geriye kalan 52 vilayet kendi kaderine mi terk edilmiş olacak? Onlar için ne düşünüldüğü konusunda en ufak bir ip ucu yok, ne yazık ki…

Bu ikili ve tehlikeli yapı bilimsel, siyasal, sosyal ve teknik açıdan inanılmaz sorunlar ortaya çıkaracaktır.

Büyük sorunları olmasına rağmen “mülki idare” ya da “il idaresi sistemi” Türkiye’nin mevcut durumunda bir denge ve sigorta işlevi görmektedir. Eğer bu kanun çıkarılırsa bu sigorta da atmış olacaktır. Ortaya çıkacak olan karanlık ve puslu atmosferde de Türkiye’nin altını oymaya çalışan bütün güçler daha rahat hareket alanı bulacaktır.

Küçük belediyeler kaldırılabilir elbette. Ancak, bu iş için de hem bize özgü çözümler vardır hem de dünya deneyimlerinden uyarlanabilecek birçok yöntem vardır. Örneğin, kendi aralarında birlik belediyesi oluşturmak, il ya da ilçe belediyeleri ile birleştirmek gibi…

Tarsus, Silifke, Alanya, Bandırma gibi birçok ilçeyi (ki çoğunun nüfusu 140 ile 240 bin arasında) büyükşehir belediyeleri içinde eritmenin risklerini ve sorunlarını ise burada saymak istemiyorum.

***

Büyükşehir yönetiminin mevcut durumunda dağ gibi birikmiş sorunlar vardır. Başta büyükşehir olmak üzere yerel yönetimlerimiz hiçbir biçimde demokratik değildir. Türkiye’de yerel demokrasi, yalnızca beş yılda bir yapılan seçimlerle sınırlıdır.

Seçimlerin dışında belediyelerin karar mekanizmalarına etki edebilmek, halk katılımını ve sivil toplum etkisini görebilmek olanaksızdır adeta… Genellikle göstermelik birtakım işler yapılmaktadır.

Örneğin, Hükümet son derece olumlu bir adımla “kanunla yerel siyaseti demokratikleştirme” adımı olarak yerel yönetimlerle ilgili yasalara “kent konseylerini, gönüllülük mekanizmasını ve komisyonlara katılımı” yerleştirdi. Ancak, gelin görün ki başta büyükşehir belediyeleri olmak üzere belediyelerin %95’i bu mekanizmaları uygulamıyor.

Örneğin Konya büyükşehir belediyesi kanun 2005 yılında çıkmasına rağmen 2007 yılında göstermelik bir kent konseyi toplantısı düzenledi ve bir daha da böyle bir etkinlikle ilgili herhangi bir iz-işaret görülmedi.

Katılımcı yerel siyaseti içselleştiremeyen başkanlara “il sınırlarına kadar yetki” verirseniz, hayal bile edemeyeceğiniz “yerelde merkezileşmiş demokratik kamuflajlı diktatörlükler” oluşturmuş olursunuz.

Nitekim, Konya, Ankara, İstanbul ve Eskişehir büyükşehir belediye başkanları başta olmak üzere her fırsatta dile getiriyorlar: “Tek belediye başkanı olsun, ilçe belediyeleri”ni kaldıralım… Bu “tek adamlık” çağrısıdır. Türkiye “tek adamlar ülkesi”ne dönüştürülmemelidir.

Mevcut durumda belediyecilik “görsellik inşa etme” üzerine kurgulanmıştır ve uygulanmaktadır. “Köprülü kavşak belediyeciliği” olarak özetleyebileceğimiz bu tarz belediyecilik, “hafif raylı ulaşım” facialarıyla güçlendirilmektedir. Unutmadan TOKİ merkezli dönüşümü de eklemek gerekir.

Bu tarz belediyecilik yarıdan fazlası gecekondu olan kentsel yapıyı dönüştürüyor, enkaz temizliyor. Bu anlamda gayet başarılıdır. Ancak, bu kısa vadeli ve popülist bir çözümdür ve oy avcılığından başka bir şey değildir. Kentleşme ilkeleriyle bağdaşan bir anlayış değildir. Örneğin, Konya’daki kentleşme politikaları Konya’da özellikle kent merkezini tamamen bitirdi. Alakasız mekanlara gereksiz gökdelenler, gökkonutlar ve “gökhastahane”ler ve dev plazalar, “küresel kent” veya “marka kent” oluşturma sevdasıyla Konya’nın kentleşmesini, geleceğini ve kimliğini rantiyeye ve “beton uygarlığı”na teslim etti.

Bu “uygarlık”ta insan yok, tarih yok, doğa yok, kültür yok… Bu kadar yokluk içerisinde “beton uygarlığı” bize ne getirecek?

Bu tarz belediyecilik yalnızca Konya’ya özgü değildir elbette. Samsun, İzmir, Eskişehir, Antalya, İstanbul, Ankara, Mersin, Gaziantep… Aklınıza gelen bütün büyükşehirleri sayabilirsiniz….

***
Gerçekleştirilmesi düşünülen bu proje Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı ve Avrupa Kentsel Şartları (I-II) ile de bağdaşmamakta ve aykırılık oluşturmaktadır.

Çünkü bütün bu Avrupa Belgeleri, yerel yönetimleri “katılımcı, halkın iradesi ile yönetilen, kendi gelecekleri ile ilgili kararlara kentlileri dahil eden” bir yapı olarak tanımlıyor.

Bu nedenle, tamamen siyasi bir kararla birçok yerel birimin tüzel kişiliğini ve kimliğini ortadan kaldırmak, başka bir yerel yönetim birimi içerisinde eritmek Avrupa Belgelerine aykırıdır.

Bu yerel özerklik de değildir, demokrasi de değildir; hele etkinlik ve verimlilik hiç değildir.

Türkiye’de geçen yıl yaptığımız bir araştırmada da katılımcıların %90’ının görüşü, böyle bir büyükşehir yapısının olamayacağı şeklinde olmuştur.

***
Bütün bu konuları Türk İdareciler Derneği’nin (http://www.tid.web.tr/) düzenlediği 24 Mayıs 2012 tarihli panelde Sayın Hasan Celal Güzel, Mehmet Keçeciler ve diğer katılımcılar ile tartıştık.

Türk siyasetindeki bu önemli isimler, atılacak bu riskli adımın son derece hatalı ve yanlış olduğunu vurguladılar.

Panel sonuçları en kısa zamanda yayınlanacak!

Hükümet bu seslere acilen kulak vermeli ve yasa tasarısının içeriği (eğer söylendiği gibiyse) acilen değiştirmelidir.

***
Avrupa Kensel Şartı II, 44. Madde: “Avrupa’nın seçilmiş yerel temsilcileri olan bizler, kentlerdeki vatandaşlarımızın ve daha da genel olarak kentsel kalkınmanın bütün aktörlerinin, kentlerimizi ve kasabalarımızı sürdürülebilir kentsel mekânlara dönüştürmeye yönelik eylemlerini destekliyoruz.”

Bu paragrafta tanımlanan yerel siyaset özlemimi bir kez daha vurgulamak istiyorum.

http://www.yenimeram.com.tr/m-akif-cukurcayir_2647~yeni-buyuksehir-belediyeleri-kanunu-haberleri-turkiyenin-kabusu