24 Nisan 2012 Salı

Yaşamak ve Ölmek: Hem Fıskiye, Hem De Lavabo Adam Öldürür Bizim Memlekette…

(Bu yazı iki yıl önce yayınlandı… Benzer olaylar nedeniyle tekrarı icabetti…)

İnsanlık, II. Dünya Savaşı’ndan sonra demokratik yaşamı keşfetti…

Bu en son ve en ağır savaştan sonra, yaşamın farkına vararak barışın, yaşam kalitesinin ve yaşamın güzelliklerinin peşine düştü.

Demokrasiler güçlendi, insan hakları genişledi…

İnsan ve yaşamı dünyanın her yerinde “en önemli değer” olarak görülmeye başlandı…

İnsan yaşamını koruyacak, yüceltecek ve geliştirecek hukuksal, siyasal, yönetsel ve ekonomik gelişmeler baş döndürücü bir hızla yaşandı…

Bu konuda Batı çok önemli ve büyük başarılar elde ederken, bizim de dâhil olduğumuz Doğu despotlukların, ihtilallerin ve iç kavgaların kıskacında kıvranıyordu…

Yaşamdan habersiz, “arabesk” acılarla yoğrulmaya, kıvranmaya ve inlemeye devam eden bizim gibi toplumlar, ancak 1980’lerden sonra Batıyla daha yakından tanışınca, “yaşam” diye bir şey olduğunun farkına vardı.

Çoğuna garip gelecek bu değerlendirmeler, biliyorum…

Fakat:

1980’lerle birlikte yalnızca ülkenin “kaymak”, “elit”, “seçkin” ve de “devletlû” kesimi değil, sıradan insanlar, öğrenciler ve ticaret kesimi de geniş kitleler halinde Batıyı tanıdı ve oradaki “hukukun”, “yaşamın” ve “geleceğin” farkına vardı…

Farkına vardı ve kendini kurtaran kurtardı…

***

Bunları niçin yazıyorum?

Şunun için: Batıda yaşamın güzelliklerini artıran özel olarak yerel yönetimler ve genel olarak da bütün kurumlardır…

Bizde ise, ne yazık ki bu kurumların hiçbiri “hukuk”, “bilim”, “yaşam kalitesi” ve “estetik” gibi değerlerle kendilerini bağlı görmemektedirler…

Yerel yöneticilerimiz sürekli “hukuku” ihlal edip, “şark kurnazlığı” ile durumu kurtarabildikleri için yurttaşa karşı hiçbir zaman bir sorumluluk hissetmemektedirler…

Elbette diğer kurumlarında yerel yönetimlerden farkı yok…

Belki de herkesin duyduğu ve benim burada özetleyeceğim iki olay yaşadığım ızdırabı yansıtır mı bilmiyorum!…

Bu olaylar, bizim hala 3. Dünya ülkesi özelliklerimizin çoğunun devam ettiğinin de en önemli göstergeleridirler…

***

Olay 1:

Bütün haberlerde yer alan “olay” İstanbul’da yaşandı ve gazetelere şöyle yansıdı:

“Topkapı Panorama Parkı'nın çimlerinin sulanması için açılan fıskiyelerden akan suyun ıslattığı Topkapı tünelinde aşırı hızla ilerlediği öne sürülen otomobil kayarak kaza yaptı.

Sağlık ekiplerinin olay yerinde yaptığı tüm müdahalelere rağmen sürücü, kurtarılamadı. Polisin yaptığı incelemenin ardından ceset Adli Tıp Kurumu morguna kaldırıldı. Yoldaki ıslaklığın nedenini araştıran polis, tünelin tavanından akan suyun Panorama Parkı'ndaki fıskiyelerden geldiğini belirledi. Tünelin üzerinde bulunan Panorama Parkı'nın sulaması için açılan fıskiyelerden akan suların tünelin üzerindeki havalandırma boşluğundan yola aktığı tespit edilince fıskiyeler kapatıldı.”

Olay 2:

Yüreğiniz dayanacaksa okuyun:

“Maltepe'de bir ana okulunda ellerini yıkamak isteyen 6 yaşındaki E. B., yere düşen lavabo parçalarının şah damarına isabet etmesi sonucu yaşamını yitirdi. Küçük Efe'nin talihsiz ölümü ile ilgili polis ekipleri soruşturma başlattı.

Olay, İdealtepe Mahallesi'nde bulunan Dumlupınar İlköğretim Okulu ana sınıfında meydana geldi.

B şubesinde eğitim alan E. B., iddialara göre öğlen saatlerinde tuvalete gitti. Tuvalet ihtiyacını gideren küçük E., ellerini yıkamak istediği sırada lavabo yerinden sökülerek bir anda yere düştü. Lavabo ile birlikte yere düşen küçük E.’nin, lavabonun parçalarının vücuduna isabet etmesiyle şah damarı kesildi.

Aşırı kan kaybeden çocuk, okuldaki öğretmenlerin yardımı ile hemen Kartal Koşuyolu Yüksek İhtisas Eğitim ve Araştırma Hastanesi acil servisine kaldırıldı. Küçük E. burada yapılan bütün müdahalelere rağmen kurtarılamadı.

Olayı duyan ana sınıfı öğrencilerinin velileri ise okula akın etti. Birçok veli panik içinde çocuklarını okuldan alarak evlerine gitti.

E.'nin ölümü üzerine olay yerine polis ekipleri geldi. Olayın meydana geldiği anaokulunda incelemelerde bulunan polisler soruşturmayı sürdürüyor.”

***

Olayın birincisinde, yerel yönetim “tuzak” kuruyor… (Size de tanıdık gelmiştir…)

“Fıskiye” adam öldürüyor…

Elbette sorumlu yok…

Ne yazık ki bütün yerel yönetimler aynı tutum ve tavır içerisinde…

Almanya’da, belediyenin düzenlediği parkta “bacağını yaralayan çocuk” için aile belediyeden “tazminat” alıyor. Bizde ise, ölüm için bile sorumlu bulunamıyor…

Yaşamı “kutsayan” toplum ile yaşamı “hiçleyen” toplum farkı…

İkinci olayı TV’de gördüğümde izleyemedim…

Olayı zaten yazdım da…

Asıl “kahreden” ne biliyor musunuz?

Olayı incelemekle görevlendirilen “müfettiş” beyler, olayda “idarenin kusuruna” rastlayamamışlar…

Bizim hukukumuzda bile, “kusursuz sorumluluk” denen bir ilke varken…

Yani böyle olaylarda idare, her durumda “kusurlu” ve “sorumlu” sayılması gerekirken…

“Müfettiş” beyler, ailenin acısına “bin acı” daha katmışlar…

Türkiye’de daha önemli (!) gündemler var değil mi?

Siyasal skandallar var, futbol fanatizmi var, dizilerimiz var, evlere şenlik…

Olay üç: Zonguldak’ta köprü çöküyor 15 can gidiyor… Ayrıntıları biliyorsunuz yeniden yazmaya gerek yok… Hayat, vur patlasın çal oynasın devam ediyor…

Batı kadar olamıyoruz… Batı’da o tür kaza ve kayıpların olduğu yerlere çiçekler bırakılıyor… Ölenlerin isimleri yazılıyor… Biz ne yapıyoruz… Koca bir hiç…

Her zaman asıl gündem insan, asıl gündem vatandaş, asıl gündem hayat… Olması gerekirken…

Ama ah vatandaş ah!

Bir uyansan, bir uyansan!…

Bir hesap sormayı öğrensen!...

Daha kaç hayat sönecek bu tür sorumsuzluklardan?

Per aspera ad astra!