|
Dün okuduğum bir söyleşide yazarın birisi şöyle bir ifade kullanıyordu: “ -Güncel olaylara girmek istemiyorum. Konuyu güncelleştirmek ve kişiselleştirmek, her zaman verilmek istenenin özünü öldürür…
Herhangi bir konuya kişileri ve olayları dahil ettiğiniz zaman, ne
yazık ki genel olarak verilmek istenenler “özel” olanda kayboluyor…
Ve yine ne yazık ki, bu “tuzak”tan kaçınmak her zaman olanaklı
olmuyor…
Türkiye, kim ne derse desin olağanüstü bir dönüşüm, değişim ve
gelişim yaşıyor…
Her türlü alt yapı, eğitim, kültür, sanat ve siyaset… Aklınıza gelebilecek
her alanda…
Bu gelişmeleri özellikle “olağanüstü” olarak niteledim.
Çünkü, değişimin hızını kavramakta zorlandığımız anlar oluyor…
***
Hemen hemen her alanda oldukça iyi gidiyoruz da…
İnsan malzemesi bir türlü düzelmiyor.
İnsan, taş değil ki yontasın…
Ağaç değil ki, biçimlendiresin…
Endüstriyel ürün de değil ki, tasarlayabilesin…
Çok zor, çok…
Ne yazık ki, insanlarımız sokakta da, üniversitede de, belediyede
de, vilayette de aynı…
Devlet malıyla ve kamu bütçesiyle kurulan saltanatlar sorgusuz
sualsiz devam ediyor…
Biliyorum, beni izleyen okuyucular için bu konu bıkkınlık vermiş
olabilir…
Ama inanın ömrümün sonuna kadar yazma imkânım olsa bu konuları
yazmak isterim…
Çünkü, özellikle yönetici konumunda olanlar, toplumun önünde kader
rüzgarlarıyla yer alanlar genel olarak çok “kötü…”
Hiçbir “etik” kaygı taşımadan, “tüyü bitmemiş yetim hakkı
demeden”, “-Bu devlet malı bir gün beni yakar” demeden; “hakça yönetmediğim
insanlar kamu personeli, benim şirketimin elamanları değil” demeden kötü
yönetmeye ve her türlü icraatlarına devam etmekteler…
Öyle değil mi?
Evrendeki
iyilik ve kötülük bumerangları her zaman sahibine geri dönmez mi?
***
Avrupa Birliği üyeliğini özellikle bunun için istiyorum…
Çünkü, memleketimin çeşitli kurumlarında makamı olan yöneticilerde
ve yönetilenlerinin çoğunda “vicdan”, “sorumluluk”, “utanma” ve “etik” gibi
değer ve duyguları artık çok fazla göremiyorsunuz…
Gözü dönmüş bir biçimde herkes cüzdanını doldurmaya çalışıyor…
Avrupa Birliği, hiç olmazsa “hukukla”, “standartlaşmayla” ve
“liyakatle” bu saltanatları yerle bir edecek ilkeleri uygulama şansı
getirecektir…
AB olsa bile, birkaç kuşak değişmeden ve Türkiye gerçek bir “hukuk
devleti” olmadan bu etik davranışların hasretini çekmeye devam edeceğiz…
***
İnsan olarak, en öncelikli amacımız, bir kişilik, karakter ve kimlik
inşa etmek olmalıdır.
Acaba hangi niteliklerle donanmamız, insanlığımızı, adamlığımızı
ve kişiliğimizi yüceltecektir?
Neyi aramalıyız?
Niçin aramalıyız?
Arama ihtiyacını bize kim hissettirecek?
Bunlar yanıtları çok zor olan sorular…
Yine de böyle “dertleri” olanlardan birinin (Alev Alatlı’nın)
formülasyonu bir şeylere yanıt olur sanıyorum…
Almasını, algılamasını ve sorgulamasını bilenlere:
5A= ahlak, adap, akıl,
aşk, adalet(4 sene önce yazılmış bir yazı: Yurttaşsız Demokrasi...)
Per aspera ad astra!