11 Ekim 2014 Cumartesi

Türklere ve Kürtlere Bir Mektup... Nereye Gidiyoruz Hep Beraber?

Terör olayları başlamadan, yani Türkiye’nin farklı bölgelerinde şehirler yakılmadan ve
insanlar ölmeden önce bir öğrencimden gelen mektubu sizlerle paylaşmak istiyorum. Bazı küçük değişiklikler yaptım. Yer isimlerini vs. çıkardım. Kimsenin alınmaması için bazı aktör, olay ve partileri çıkardım. Türkiye ve özellikle Güneydoğumuz çok ağır bir sınavdan geçiyor. Hiçbirşey göründüğü gibi değil… Vicdan gözüyle okumanız dileğiyle…
***
İşte o mektup:
Hocam, Merhabalar... Umarım iyisinizdir. Beni üzen bir konu olduğu için size yazmak istedim. Bugünlerde çok üzücü hatta zaman zaman gözyaşlarıma mani olamayacağım şeylere şahit oldum, sizinle paylaşmak isterim. Bir doğulu olarak bir yere ait olamamak neymiş onu öğrendim. Araf dedikleri şey böyle bir şey olsa gerek. Hocam bir tarafımda eskiden düşüncelerini ütopik olarak değerlendirdiğim insanlar var ve bunların ütopik olarak nitelendirdiğim düşünceleri artık ne yazık ki ütopik değil ve onların adım adım amaçlarına nasıl yaklaştığını görünce korkunç bir şekilde ürperiyorum uykularım kaçıyor korkuyorum diğer tarafımda ise bir doğulu çok çok iyi bir işe kalkışsa bile sırf doğulu olduğu için onu desteklemeyen hatta karalayan insanlar var ve bunlar Diyarbakır'dan sonrasının, hiçbir ayrım gözetmeden her hanenin yakılıp her insanın bile öldürülmesi gerektiğini düşünüyorlar ve bu da benim kanımı donduruyor. İki tarafa da dahil olamıyorum. (Bu düşünceleri abartılı bulanlar olabilir, ama biraz sosyal medyada dolaşırsanız daha korkunç olanlarını görebilirsiniz… a.ç.)
Bu yaşıma kadar hep babam bana her görüşe saygı duymam gerektiğini aslında her insanın kendi dünyasında haklı olabileceğini sadece tek bir doğrunun olmadığı söyledi. Bende her zaman her görüşe saygı duymak karşıdakini anlayabilmek için çok çaba sarf ettim ama ben anlayamıyorum hocam ne yazık ki bu iki tarafı da anlayamıyorum. Bir tarafımda okullar yakılıyor, okulların sadece sıraları duvarları tahtaları pencereleri zarar görmüyor bizim insanımızı ileriye götürecek olan kütüphaneleri kitapları yanıyor ve bu insanlar bunun acısını duymuyorlar alkışlıyorlar aferin diyorlar yeri geliyor polisler ses çıkartmıyorlar seyrediyorlar. Bir kürtçe uğruna o çocukların geleceği yanıp kül oluyor. Hangi dil hangi lehçe bir çocuğun geleceğinden daha önemli olabilir? Ve öyle aileler var ki çocuğunu maddi sıkıntılar içerisinde okutup ondan güzel bir gelecek bekliyor bu çocuklar bu şartlar altında nasıl bir geleceğe sahip olabilir ki ben anlayamıyorum bunu yapan insanları düşünüyorum babamın dediği şeyi yapmaya çalışıyorum o insanların kendi dünyalarını düşünmeye çalışıyorum ama anlayamıyorum.
 Onlar okulların kütüphanelerine zarar verirken birileri arafta kalmış insanları çocukları kurtarmak için eğitim için kitap toplamaya uğraşıyor elinde avucunda ne varsa köy okullarına harcıyor insanların kapısını çalıp kitap toplamaya çalışıyor 1 okula daha kütüphane kazandıralım diye uğraşıyor onun çabasını görünce insanın içi cız ediyor ve benim neyim eksik bende kapı kapı dolaşır kitap toplarım diyorum ama birileri kalkıp bana "tekrar okulları yaksınlar diye mi kitap gönderecez size" diyor ve ben ne yazık ki bu dönüş karşısında güçlü duramıyorum duygularıma gözyaşlarıma hakim olamıyorum. Kendi topraklarımda bir şeyler yapmak için uğraşıyorum ama benim yaptıklarımı ya benim hemşehrim ya da batılı yurttaşım gelip yıkıyor. Ben ayakta duramıyorum güçlü olamıyorum yalnız hissediyorum kendimi. Benim niyetim asla Kürtleri karalamak veya herhangi bir siyasi görüşü savunmak değil. Ama ne olacak nereye gidecek bu durum ben geleceğimden geleceğimizden yarın anne olursam çocuğumun geleceğinden çok korkuyorum. Evet insanların dillerini konuşması çok güzel, haksızlıklara ve zulümlere uğramaması, Türkçe bilmeyen bir annenin çocuğuyla rahat bir şekilde dilini konuşması vs bunlar güzel şeyler ben onlar ağlarken biz şunları şunları yaşadık derken hatta bir ….. olarak gözümle bazı şeylere şahit olurken hak vermiştim. Evet bölge olarak yanlış, yapılmaması gereken şeylere maruz kaldık bazı şeylerden mahrum bırakıldık. Ama hocam şimdi her şey o kadar kötü ki...
Önceden yapılan yanlışlıkların daha fazlası yapılıyor. Ve ben kendi topraklarımda yabancılık çekiyorum. Kürtçe bilmediğim için yabancılık çekiyorum, onlar gibi düşünmediğim için yabancılık çekiyorum. Bu bölgede yaşıyorsanız, özgür bir seçim yapamazsınız. Mutlaka biryerlere dahil olmanız lazım. Ben dahil olamıyorum iki tarafa da. Ve yalnızım benim gibiler yalnız bu bölgede. İkisi aynı masada oturup plan yaparken burda çocukların kitaplarını yakıyorlar batıdaki vatandaşda size kitap yok depremde ölmediniz diyor. Hala iki taraf birbirini suçluyor. Kimse neden böyle, kim olayları bu hale getirdi demiyor. Ben ne yapacağımı bilemiyorum öyle mutsuzum ki. 20 senelik komşum çok doğal bir şeymiş gibi bana gelip Aponun kadınlar hakkındaki bir kitabından bahsedebiliyor Apoyu filan geçtim bir kitaptan bahsediyor o da kitap okuyor yani ama hemen peşine okulların yakılması için “bizim hakkımızı versinler yakmayalım” diyor.
 Nasıl bir tezattır bu nasıl bir zihniyet nasıl bir insanlık ben anlayamıyorum ve anlayamadığım için kendimi iyi hissetmiyorum. Ve en acısı da kendimi bir hiç gibi hissediyorum. Oradan oraya sürükleniyorum sanki sadece üzülüyorum tek yapabildiğim şey bu. Yarın olacakları biliyorum buradan öyle net görünüyor ki yarın olacaklar... Buralar literatüre ...... olarak geçtiğinde hocam belki ben ve benim gibi düşünenler bu coğrafyada nefes alamayacaklar. Önceden gülerdim bunların hayallerine şimdi ise korkuyorum. Devlet dairesindeki memur bile propaganda yapıyor bayrak diye nitelendirdiği bugünlerde her yerde gördüğümüz 3 rengi burnuna hızma koluna bileklik yapıp devletin dairesine geliyor… Hala Benim annem o Türk diye ötekileştiriliyor. Bu çözüm süreci birilerinin felaketi mi olacak yani? Soru saçma aslında bizim felaketimiz oldu bile. Karşı komşum bana tahammül edemiyor çünkü o manavdan meyve alırken bile Türkçe konuşmuyor nefret ediyor benimle Türkçe konuşmak zorunda kalacağı için onunla iletişimimiz çok sınırlı. Buradaki insanların durumu buyken gözümü ülkemin batısına çevirip nefes almak istediğimdeyse, başka bir “doğu nefreti”yle karşılaşıyorum.

Bir kadınsanız bu ülkede insanların size bakış açısı cinsel bir objeden ibaret. Saçınızdan gocunan insanlar var bu ülkede. Bir ülkede bu kadar tezat normal mi bilgim bunu cevaplamaya yetmiyor. Velhasıl bu ülkede kadın olmak zor, doğulu olmak zor, hem kadın hem doğulu olmak daha da zor. Ben bir doğulu olarak nerede nefes alıcam hocam? Ben kendi insanıma burda ki küçük çocuklara faydalı olmak için ne yapıcam? Nasıl güçlü olucam? Yanlışların içinde nefes alıp hakikati bağıramadan nasıl yaşıyacam? Ve en önemlisi bir kadın olarak bu ülkede statüm ne olacak? Yeni Büyük Güçlü Türkiye'den yazdım size bunları. Kusurum yanlış lafım olduysa affola... Saygılarımla...
Per aspera ad astra!