1 Mayıs 2013 Çarşamba

ENDİŞELİ TÜRKLER!


Irkçı bir başlık kullanmamışımdır umarım. Zira, bu coğrafyada Türklerin de yaşadığı biliniyor…
İşin şakası bir yana, 1064’ten beri Türkiye coğrafyasında yaşayanlara Türk demiş bütün dünya… Bu nedenle kullandığım başlıktan ötürü umarım kimse beni “ırkçılıkla” suçlamaz… Dünyanın bildiği ve kabul ettiği bir hakikattir bu…
Irkçılık nefret edilecek bir tutum ve davranıştır. Ancak, insanların aidiyetlerini ve tarihin ürettiği büyük kimlikleri de yok sayamazsınız. Son dönemlerde Türkiye’de her türlü “etnisite” tartışmaları ve kavramları günlük yaşamı tutsak almışken, nedense “Türk” kavramı büyük alerji uyandırıyor. Belki de bazı siyasi grupların daha fazla sahip çıkmasındandır, bilemiyorum. Oysa, Türklük kimsenin tekelinde ya da ipoteğinde değildir. Bütün Türkiye’yi tanımlayan bir sıfattır…
***
Gelelim “endişeli” Türklere…
Yakın geçmişte (2010 sonrası), önce “endişeli modernler” sonra da “endişeli muhafazakarlar” tartışması yaşandı akademik ve siyasi çevrelerde…
Binnaz Toprak’ın başını çektiği “endişeli modernler” hakkında birçok yazı yazıldı. Onlardan birinde Fuat Keyman 2010’da şöyle yazmış:
“Eyüp Can’ın onu tanımladığı sıfatla, o bir “Endişeli Modern”. Toprak, Türkiye’nin hızlı dönüşümündeki kültürel ve toplumsal risklerden, AKP’nin yasama ve yürütmedeki, hatta şimdi yargıda da oluşan gücünden ve “sosyal muhafazakârlaşma” olarak adlandırılan eğilimden endişe duyan ve bu endişesi etkisiz muhalefet yüzünden daha da artan bir “endişeli modern”. 
“Binnaz Toprak yalnız değil. Endişeli modern, sayıları giderek artan ve yüzde 10 civarında bir katmanı oluşturan toplumsal ve kültürel kimliği tanımlıyor. Kentli, eğitimli, orta ve orta-üst sınıf üyesi, endişeli ama aynı zamanda demokrasiye bağlı, Türkiye’nin AB sürecine destek veren, beraber yaşamayı benimseyen bir toplumsal ve kültürel kimlik bu. Binnaz Toprak ve onun gibi endişeli modernler, sosyal muhafazakârlaşmanın ve güçlü tek parti hükümetinin birlikte varolmasından ve YÖK, HSYK vb. kurumlarda bugün yaşadığımız bir otoriterlikten bir diğerine geçişten, kurumsal aşırı güçlenmeden, güç yoğunlaşmasının toplumu belli bir kimliğin egemenliği altına sokma riskinden ve farklı olanların dışlanmasından rahatsız.” 
“Endişeli modernler” AK Parti’nin güçlenmesinden bir hayli rahatsızdılar ve hala da çok rahatsızlar… Ama eskisi kadar etkili “kamuoyu oluşturma gücü”nden mahrum bulunuyorlar.
Endişeli modernlerin “endişeleri” ne kadar haklı, tartışılabilir kuşkusuz. Nitekim uzun süre tartışıldı. Empati ve etkileşim süreçlerinin Türkiye’de hep sorunlu olması bu tür endişeleri körüklüyor.
***
Sonrasında “endişeli muhafazakarlar”ın sayıca daha fazla olduğu söylendi. Bu konuda birçok makale yazıldı, TV programı yapıldı.
Muhafazakarların da başta başörtüsü olmak üzere birçok konuda “endişeli” olduğu; Cumhuriyet tarihi boyunca muhafazakar değerleri yaşamaktan mahrum bırakıldığı; laik kesimler karşısında sürekli “dezavantajlı” bir konumda tutulduğu; siyasi, ekonomik ve kültürel yaşamın “yoksun ve yoksulları” olduğu ve sürekli mağduriyetler yaşadığı şeklinde tezler tartışıldı.
Kuşkusuz bugünkü siyasetin yükselmesinde bu mağduriyetlerin rolü çok büyüktür.
***
Şimdi “endişeli modernler” ve “endişeli muhafazakarları” da içine alan, sayıca çok daha geniş olan “endişeli Türkler” dönemi yaşanıyor…
Bir tarafta 2003’ten bu yana Türkiye’yi ekonomik, kültürel, sosyal, siyasal anlamda sarsıcı bir dönüşüme tabi tutan, hatırı sayılır bir sosyo-ekonomik kalkınmaya imza atan ve başarılı olan bir hükümet var, diğer tarafta bunların çoğuna olumlu baksa da, terör sorunu temelinde büyük “endişeler” yaşayan “Türkler” var… Sadece terör sorunu değil, dış politikada da çok yanlış adımların atıldığını düşünenlerin sayısı bir hayli fazla…
Çözüm sürecinin tezleri: 30 yıldır süren kanlı bir terör dönemi var. Bu dönemin sona ereceği bir mevsimdeyiz. Adına “çözüm süreci” denen gelişmeler çerçevesinde birçok operasyon, gelişme, tartışma, değişim ve dönüşüm yaşanıyor. “Akil adamlar” adı verilen bir grup Türkiye’yi dolaşıyor, ne için olduğunu henüz kimse bilmiyor…
İşte bunların çoğu bazı “Türkleri” endişelendiriyor… “Endişeli Türkler” kanın durması, şehit haberlerinin gelmemesi, Türkiye içine sokulan “bölücü fitne”nin Türkiye topraklarını terk etmesi, muazzam tarih yolculuğunda “kader arkadaşları ve kardeşleri olan Kürtler”le aralarına sokulmaya çalışılan bozgunculuğun önlenmesini samimiyetle istemektedirler.
Bu anlamda sürece destek veren ortalama Türklerin sayısı bir hayli fazla… Onlar, kimin adına Türkiye’yi kana boğduklarını bildikleri fitne ocağı olan terör örgütü ve uzantılarının Türkiye’ye artık ayak bağı olmasını istemiyorlar. Kürtlerin, Alevilerin, muhafazakarların… Kısacası sağdan ve soldan her türlü düşünceye sahip olanların özgürce hak ve hukukunu yaşamalarını istiyorlar…
Fakat bu süreçte terör örgütünün muhatap alınmasını son derece yanlış buluyorlar…
***
Bu yüzden, endişe çok…
“Başkanlık sistemi, federalizm, Büyükşehir Kanunu, İmralı’daki terör örgütü liderinin serbest bırakılması, Güneydoğu’nun Türkiye’den koparılması, Kandil’in muhatap alınması ve siyasi aktör haline getirilmesi” gibi söylence ve tartışmalar Türkleri ziyadesiyle endişelendiriliyor… Akil adamların büyük bir kısmının geçmişte bölücü söyleme destek veren isimlerden oluşması, endişelendiriyor…
Akil adamlar içine alınan bazı isimlerin “Türk Bayrağı”nı bile tartışması, bölücü teröristlerin yaşattığı acıları ortaya koyan TRT’deki bir diziyi tartışmaya açmaları, endişelendiriyor…
“Çözüm süreci” denilen sürecin sürekli olarak getirileri kamuoyuna pompalanıyor ve mevcut siyasi yapının gittikçe güçlenmesi sağlanıyor. Muhalefet cılız zaten, kamuoyu oluşturamıyor ve bu konularda katkı da sağlayamıyor. Oysa bu sürece omuz verenler “babalarının hayrına” mı omuz veriyor? Bu sürecin Türkiye’den “götürecekleri” neler? Kimse bilmiyor… Bu da endişeli Türklerin endişesini büyütüyor.
“Bize güvenin” deniyor. Demokrasilerde böyle bir önerme kabul edilemez. Demokrasi bütün süreçlerin açık bir biçimde işlemesini gerektirir… Güvenmek için elde açık veriler olması gerekir. Evet, “analar ağlamasın” ama kapalı kapılar arkasında yapılan pazarlıklarla yürütülen sürecin, yarın daha fazla “anaları” ağlatmayacağını kim garanti edebilir? En azından muhalefet liderlerinin bilgilendirilmesi gerekirdi.
“Endişeli Türklerin” Kürtlerle bir sorunu yok. Endişeli Türkler, Kürtlerin kanlı terör örgütüne destek vermeyeceğini de biliyorlar. Terör örgütünün en büyük acıyı ve zulmü Kürtlere yaşattığını da biliyorlar… Orada olanların, terör örgütünün tehditlerinden kaynaklandığını da biliyorlar… Kürtlerin her türlü hak ve özgürlüklerini yaşamasını da istiyorlar. Geçmişte yapılan ihmallerden yararlanan kanlı örgütün, Kürt vatandaşların temsilcisi olmadığına inanıyorlar…
Bölücü terör örgütüyle her türlü müzakere ve diyalog olanakları oluşturulurken, CHP ve MHP’yle çok sert bir diyaloğun yürütülmesinden de endişe ediyorlar. Hükümetin, CHP ve MHP ile diyalog kurması, bölücü örgütle diyalog kurmasından daha mı zor?
Başbakan’ın “Milliyetçilik ayaklarımın altındadır…” “Bir avuç çapulcu” gibi söylemleri kabul edilebilir değildir. Milliyetçilikle ırkçılık özdeş değildir. Demokratik haklarını kullanıp birtakım gelişmelere tepki gösterenlere de “çapulcu” demek ancak o kesimlerin “öfkesi”ni büyütür… Sonuçta her demokratik tepki “çapulculuk” olarak nitelenirse, demokratik süreçler büyük zarar görür… “Çapulcu” olmamak için illa hükümetin kayıtsız şartsız desteklenmesi mi gerekir? Demokrasinin ruhuna aykırı açıklamaların hükümetten gelmesi çok sıkıntılı bir durumdur.  Demokrasi, tek parti egemenliği demek değildir…
Endişeler giderek büyüyor… Kapalılık ve gizlilik çok rahatsız edici… İnşallah bu kan durur… Bunun mimarının AKP olmasından kimsenin rahatsızlığı yok… İnşallah AKP başarır…
Ama, “neyin karşılığında” sorusunun cevabı yok… Ve bu, endişeler her geçen gün daha da büyüyor…
Kim bu “endişeli Türkler?” Bence “bir kısım” muhafazakarlar, milliyetçiler, merkezdeki ve “ortanın solundaki” solcular… Saydığım kesimlerin tamamı değil elbette, “bir kısmı…” Ama önemli bir çoğunluk olduğunu düşünüyorum…
***
Son söz de muhalefete… Mahir Kaynak’ın Pazar günkü yazısından bir cümle:
“Türkiye’de siyaseti iktidarı düşürmek olarak anlamak yerine ülkenin sorunlarına çözüm üretmek ve gelişmeler iktidara yarasa bile kendi çıkarımızı değil ülkenin sorunlarından kurtulmasını sağlamak olarak anlamak gerekir.”
Muhalefet olmak gözü kapalı her şeye “hayır” diye haykırmak değildir.  Bu tavır muhalefeti daha çok zayıflatıyor…