4 Kasım 2011 Cuma

BİLİM ve BİLİM ADAMI

Bilim arayıştır, meraktır, ilerlemedir, aydınlanmadır, değişimdir, algılamadır, kavrayıştır, “idraktir…” Bilim adamı ise arayan, bulan, farkına varan, değiştiren, eleştiren ve aydınlatandır… Akan suya kendini kaptırmayan, tüccarlık zihniyetiyle veya politik beklentilerle yaşamayan insandır aynı zamanda bilim adamı…


Türk düşünce tarihinin yakıcı zekalarından biri olan Cemil Meriç’e göre “Aydın, hiç sönmeyen bir ateş gibi etrafını aydınlatır… Aydın bir kova su ile sönebilecek zavallılıkta olmamalıdır… Aydın, ateş böceği değil, güneş gibi olmalıdır…”

Düşünce (mefkure) yolculuğu her faniye nasip olacak bir iş değildir… Bilim, düşünce; eşyanın ötesini kavrayış (belgelik, ariflik, basiret) gibi seçkin farkındalıklar ancak ve ancak belirli bir ideal, ülkü, hedef ve çabayla olabilecek şeylerdir…

Bilgelik çok farklı bir şeydir… Bilim adamlığı, herkesin sahip olacağı bir nitelik olmadığı gibi; bilgelik bundan daha zor bir niteliktir ve onun için insanın özel bazı algılama yeteneklerinin olması gerekir…

***

Bilimi ticaret, siyaset, bir takım kariyer basamakları için araç olarak gören bir zihniyetten ne bilim adamlığı ne de bilgelik bekleyebilirsiniz…

Bilim adamı, usta ve üstaddır… Çırakları vardır… Kalfaları vardır… Peki, bilim adamı diye gördüklerimizi hasbelkader kazandıkları sıfatlarla sadece ticaret, siyaset, mobbing ve entrika peşinde koşuyorsa onların arkasındakiler; onları izleyenler; onları rol model olarak görenlere ne diyeceğiz? Onlardan ne bekleyeceğiz?

Doktora tez danışmanım da olan Prof. Dr. Ruşen Keleş için şunları yazmıştım: Ahmet İnam, “Ulular” Başlıklı Yazısında, “Usta insan her zaman oldu. Bu işi yapan, başaran, deneyimlerinden öğrenmiş, deneyimlerini aktarabilen becerikli insanlar. Her ustanın bir işi, bir becerisi var. Her beceri sahibinin ustalaşamadığını biliriz. Yetenekli olmak yetmiyor. Sabır, direnç, kararlılık, uzun yıllar yaşanan yaşantılardan devşirebilme gücü: Usta, yetenek, emek, bilgi ve aşkla var oluyor… Bıkkından, yılgından, yorgundan usta mı olur hiç?” diye soruyor. Değerli Hocam Prof. Dr. Ruşen Keleş, yılgınlık nedir bilmeyen usta bir bilim adamı ve örnek bir insan olarak birçok kişinin ve elbette benim yaşamımda önemli etkiler bırakmıştır.

Aynı Ruşen Keleş hoca, sürekli olarak şunu söylüyordu: “Bilim adamı olacaksanız, siyasetten ve ticaretten uzak durmalısınız!”

Etrafımıza bir bakalım: Kaç kişi görebilirsiniz… Üniversitelerimiz dökülüyor… 20-30 senedir birçok kürsüyü tapulayan insanlarla ilgili hiçbir performans değerlendirmesi yapılmadı ve yapılmıyor…

Bu insanlar ilgili alana ne katkı yaptı? Kaç kişi yetiştirdi? Nasıl yetiştirdi? Yazdıkları, çizdikleri neler? Ticaret mi yapıyorlar, bilim adamlığı mı? Kaç kişiyi harcadılar, kaç ocak söndürdüler? Kaç ideali yerle bir ettiler?

***

Benim tesellim nedir? Kendimi çok farklı yerlerde mi görüyorum? Neden bu özeleştirileri yazıyorum?

Öncelikle, kendimi hiçbir zaman çok farklı yerlerde ve kategorilerde görmedim… Lakin, ruh mimarlarıma sonsuz müteşekkirim ki, her zaman “iyinin, doğrunun, mazlumun, Hakkın, hakikatin, düşkünün, yoksulun, çaresizin, şaşkının yanında olmamı” öğütlediler… Kısacası, hep iyinin ve idealin peşinde olma kavgası verdim… ve bunun tesellisiyle de söyleyebilirim ki “hala o kutsal arayışın ateşi sönmüş değildir…”

Bilimsel anlamda hedeflediğim yere ulaşmış değilim… Ünvanlar bunu sağlamıyor çünkü… Çevrenin belirleyiciliği %90 etkilidir, aynı zamanda… Ama, bir tesellim var… Hedeflediğim o idealler için hergün bir cümle olmasa da, bir nokta ekliyorum… Bu noktaların birgün iyi bir cümle oluşturacağına inanıyorum… Oluşturmasa da, karıncanın dediği gibi “bu yolda yaşarım ve hayatımı buna adamış olmanın huzuruyla yaşarım ya…” Bundan güzel teselli, bundan güzel bir hedef mi olur?

***

Şimdi bilimi ve bilim adamlığını adeta entrika bezirganlığına çevirenlerin ve bilimden başka her işi yapanların sayısının artışını gördükçe daha fazla üzülür hale geldim… Üstelik bunların ideolojisi de yok… Tek ideoloji var: Araziye uyum ve parazitoloji… Muhafazakarlık, milliyetçilik, solculuk, liberallik ya da bilmem ne kılıf ve kamuflajlar bu sonucu değiştirmiyor çünkü… Popülizmin kendisi ideoloji zaten, dolayısıyla bütün ideolojileri bünyesinde eritebiliyor… Buna oportünizmi de ekleyebilirsiniz… Oportünizm, kişinin menfaatine uyan yolu seçmesi olarak tanımlanıyor…

Adamım, Apple’ın CEO’su Steve Jobs ölürken ya da o meşum hastalığa yakalanırken olağanüstü bir ders veriyordu: “Hayattaki en büyük icat ölümdür. Hatta son derece gereklidir. Çünkü, bizden sonrakilere yer açmamız lazımdır” diyordu… Bu muhteşem bilgeliğe şapka çıkarıyorum ve kendisini saygıyla anıyorum… Bu sözü söyleyebilmek için hangi muazzam güce ihtiyacımız var? Hayatın sırrını idrak gücüne elbette!… Nasıl elde edilir? Emekle, hakikatle barışık olmakla; haysiyetle, vicdanla ve elbetteki adam gibi yaşamanın getirmiş olduğu vicdan rahatlığıyla…

***

Meslekte 20 yılı doldurdum… Gördüm, yaşadım, yaşıyorum… Türkiye’nin bütün kurumlarının –zaman geçtikçe daha da iyi anlıyoruz- döküldüğünü söylüyorum her zaman… Ama üniversitelerin çok daha kötü durumda olduğunu da söyleyelim… Geçen bir arkadaşımız sosyal medyada şöyle dile getirmişti: “Türkiye’de aslında üniversite yoktur…” Haklılık payı çok yüksek… O zaman bu çıkarımdan yola çıkarsak acaba bilim adamı var mı? Vardır da elbet, ne kadarı bilim adamıdır?...

Aynı konuyu defalarca farklı sempozyum, forum ve kongrede sunanlar… Her sunumda yanına hocasından, arkadaşından isimler ilave edenler… Büyük bir pişkinlikle bunu “performans hanesine” yazdıranlar… Birbirlerinin sırtlarını sıvazlayanlar, ne yapıyorlardır acaba bu ülkeye? Cevap sadece kötülük… Homo academicus ala Turca! Ya da Fransızların deyimiyle “Boun Pour L’Orient!” Tercümesi: Şark için bu kadarı yeterli!

YÖK bunca senedir eleştiriliyor… Ancak, bütün eleştirilere rağmen YÖK bir arpa boyu yol alamadı… Üniversite sayısı 200’e doğru gidiyor… Acilen ya YÖK birtakım hamleler yapmalı, ya da yeni birtakım düzenlemeler getirilmelidir…

Yoksa, bu ülkenin kayıp yılları daha çok artacaktır… Üniversitelerden umudu olanlar “hüsran” yaşamaya devam edeceklerdir…

Gençler, çocuklar, kadınlar, yaşlılar, yoksullar, engelliler bekliyor… Sanayi, hizmet, tarım sektörü bekliyor… Politika ve bürokrasi bekliyor… Ülkenin bütün sorunları bekliyor…

***

Ülkenin beyni olan ÜNİVERSİTE’nin gerçekten beyin işlevine kavuşmasını, yol göstermesini, yönlendirmesini bekliyor… Üniversitelerdeki bilim insanlarının da, o evrensel ve insani niteliklere sahip olmasını bekliyor…

Arif Nihat Asya’nın dediği gibi: “İçimizden birisi köprü olmazsa biz bu kıyıda kıyamete dek bekleriz…” Biri değil, birilerinin acilen köprü olması ve üniversiteleri hem bu olumsuz yapı ve süreçlerden temizlemesi hem de ayağa kaldırması gerekiyor…

Bu ülkenin artık beklemeye tahammülü kalmadı çünkü… Neredesin YÖK hazretleri?

Per aspera ad astra!