- "Bu fena mülküne ibretle nazar kıl, ey can,
- Gafleti eyle heba, hail değildir meydan.
- Hani Sultan Süleyman, hani İskender han?
- Sat hezar ömrü sürür ile geçir sen bir an.
- Ne güle, bülbüle bakî a gözüm bağ-ı cihan,
- Kime yâr oldu muradınca felek—i devr—i zaman.”
Filibeli Ahmet Hilmi
Övündüğümüz nedir, sonu ölümle bitecek bir yolculukta?
Bu mu
heyhat, övündüğümüz ölümlü dünya?
Bu dünya
için mi kudretli olmak için çırpınıyoruz?
Heveslendiğimiz
kibirden/yücelikten nasıl mutluluk gelebilir ki?
Şu zavallı
kemikler, geçmişin büyük krallarının değil mi?
İnsan
kudretinin ve servetinin nesine güvenilebilir?
Mezarlıklar
kralları bile yedikten sonra. Aaron
Hill (1685-1750)
Hill’in 1700’lerde yazdığı bu şiir, insan aldanışındaki o muazzam dramın ne kadar evrensel ve ne kadar da yaygın olduğunu anlatıyor. Doğarken ölüme ‘mahkûm’ olarak doğuyoruz. Sonsuza kadar yaşayacakmış gibi bir yaşam mücadelesinin içinde bilinçleri alınmış bireylere dönüşüyoruz.
Oysa şairin dediği gibi “mezarlıklar kralları bile yedikten sonra.” Ölüm, en yalın ve hiç kimsenin kaçamayacağı bir gerçek…
Steve Jobs ünlü “mezuniyet konuşmasında” ölümün “dünyayı yaşanılabilir kıldığı için” en değerli “icatlardan biri” olduğunu söylüyordu. O halde yaşamın farklı bir amacı olmalı değil mi?
Ozan Yunus’un dediği gibi bu amaç “kendini bilme” olamaz mı?
“Bilinç sahibi” bir varlık olarak, öteki canlılardan ayrılan “insan”, sürekli olarak “bilmek” ve “tanımak” ve elbette “anlamak” zorunda olduğunun pek de farkında değil. Kavga için mi bu yaşam, insanca bir ömür sürmek için mi?
Bütün mesele bu!
Hayat akıyor; ömür sermayesi tükeniyor. Ama insanların büyük bir çoğunluğu zulümde, adaletsizlikte, hukuksuzlukta, cehalette, duyarsızlıkta, doğa düşmanlığında, sevgisizlikte yeni aşamalar kaydediyorlar.
Sözcüğün tam anlamıyla "insan gibi" bir yaşam için mücadeleden vaz geçmemek gerekiyor.
Dünya zor zamanlardan geçiyor; umutsuzluk gittikçe artıyor ama umuttan yana olmak lazım.
Mevlana'nın dediği gibi "umutsuzluk semtinden uzak durmak" gerekiyor.