21 Ağustos 2014 Perşembe

Adalet Masalı: Karakuşi Mantık


Giderek daha fazla “şaşkın” hallere giriyoruz. Adalet dağıtanlarımız, bilim üretenlerimiz, kamu düzenini koruyanlarımız, ticaretle uğraşanlarımız... Bütün değer ölçüleri yerle bir olmuş durumda... Bu nedenle, “şaşılacak” hallerimiz, “şaşılmayacak” hallere dönüştü.Hemen her alanda liyakati mumla da, projektörle de arasanız nafile. Sanıyorum hızla uzaklaşıp kayboldu her türlü erdem...
İdeolojik saplantılar “gerçeğin” üzerine zifiri bir karanlığı oturtuyor. 
***

Bir adalet (!) hikayesi var... Aslında yalnızca “adaleti” anlatmıyor bu hikaye... Bir kokuşmuşluğu ve temel "insani" değerlerin nasıl yozlaştırıldığını anlatıyor...


Karakuşi adalete dair bir hikaye

Eski zamanların birinde, o dönemin deyimiyle “kadı”, günümüzün deyimiyle “yargıç” bir kişi kendine özgü “adalet” uygulamalarıyla efsaneleşmiş (!) ve hikayeleri çarpıcı bir biçimde günümüze kadar gelmiş.
Hakkında çok farklı hikayeler olan Hakim Karakuş’un uygulamaları “hükm-ü Karakuşi” diye veya “Karakuşi mantık” biçiminde günümüze kadar gelmiş. Karakuş hikayesini Süleyman Demirel’in meşhur ettiği de söylenir.
Her ne ise, öncelikle Karakuş’un adil (!) hükümlerinden birine yer verelim: Hırsızın biri gece hırsızlık peşinde koşarken, ne yapmış etmiş evin balkonuna ulaşmış... 
Balkonun tahtaları çürükmüş. Eee, sonuç malum: Paldır küldür aşağı düşmüş, ayağı kırılmış...
Doktora gitmemiş. Hemen “Karakuş Kadı”ya gitmiş: “Efendim, hırsızlık yapmak için bir evin balkonuna tırmandım, lakin balkonun parmaklığı çürükmüş, beni çekmedi, düşüp ayağımı kırdım... Balkonun parmaklığını çürük yaptırdığı  için ev sahibinden şikayetçiyim.

Evet, hırsızlık suçtur ama, benim ki hırsızlığa teşebbüs olduğu için, cezası ayak kırmak değildir."
Karakuş, adalet dağıtacak ya, hemen ev sahibini çağırmış: “Bre densiz, evin balkonunu neden sağlam yaptırmadın? Bak adam düşmüş ayağını kırmış”

Ev sahibi, hemen “yavuz hırsız hikayesini” ve başına gelecekleri anlamış: 
“Parmaklığı ben yapmadım ki kadı efendi hazretleri”
“Kim yaptı?”
“Filan marangoz yaptı!”
“Çağırın marangozu gelsin!”
* * *
Marangoz hemen bulunup getirilmiş ve o da olayı hemencecik kavramış...
Kadı Karakuş: “Behey marangoz, niçin balkonu çürük yaptın, tırmanmak, tutunmak isteyen hırsız düştü, ayağını kırdı!” 
“Efendim kabahat bende değil, ben balkonun parmaklığını yaparken, yeşil elbiseli bir hanım geçiyordu, çok güzeldi, herhalde gözüm ona takıldı, dalgınlığıma sebep oldu.”
“Kabahat o renkli elbiseyi giyen kadında..."
***
Kadı hemen emir vermiş:
“Gidin, o kadını bulun!” 
Kadını getirmişler, “Karakuş” da hemen kadına çıkışmış: “Be hatun, niye bu kadar göz alıcı elbise giyiniyorsun? Marangozun gözü senin elbisene takılmış, balkonu çürük yapmış, tırmanan hırsız da düşüp ayağını kırmış.”
Kadın hemen cevabı hazırlamış:
“Aman kadı efendi, elbiseyi diken terzinin suçu... Bu kadar göz alıcı yapmasını istemedim ki... Siz onu terziye sorun!”

* * *
Kadı hemen terziyi çağırttırmış:
“Gidin terziyi getirin!”
Terzi gelince “Kadı” kükremiş:
“Şu yaptığın işe bak, elbiseyi öyle göz alıcı dikmişsin ki, marangozun gözü takılıyor, çiviyi boşa çakıyor, hırsız da düşüp ayağını kırıyor!”
***
Terzi ne diyecek şaşırmış, “Karakuş” da hükmünü vermiş: “Gidin bu terziyi asın."

* * *
Zaptiyeler bir süre sonra geri gelmişler:
“Efendim terzinin boyu idam sehpasına uzun geliyor!” 
Karakuş hemen talimat vermiş:
“Gidin, kısa boylu bir terzi bulun, onu asın!”

***

Bu tür tarihe mal olmuş örnek hikâyeler boşuna değil. Tarihi ve kültürü unutmamak lazım.
Zira tarih tekerrürdür!
Bir de Karakuş Kadı'nın "ördek, göz, hamile kadın, yahudi" hikayesi var.
Sonu "hay adaletinle bin yaşa kadı efendi" diye bitiyor.
Onu da siz bulup okursunuz.
Esenlikler dilerim.