3 Nisan 2012 Salı

ZULMÜN DİLİ ORTAKTIR!

Korkuların egemenliğinde geçen yıllara son verebilecek bir irade gerekiyor... Korkuların ve korkutucuların imparatorluğuna "hayır" denilebilmeli! 
“Her nerede yaşıyor ve yaşatılıyorsanız, atın ruhunuza geçirilen bilekçeleri, prangaları…Kırın yaşamınızı sarmalayan zincirlerinizi, yerle bir edin esaret duvarlarınızı!..." diye haykırmak muhteşem bir özgürlük olmalı...
Zira özgürlük sonsuz ve doyumsuz bir tattır! 
Bunu ancak, uzunca bir esaretin arkasından özgürlüğe kavuşanlar idrak edebilir!
Hayat dediğimiz muhteşem, muazzam, paha biçilmez ve yalnız ve yalnız bize bahşedilen bu eşsiz süreç bir daha yaşanacak değildir… 
Ölü Ozanlar Derneği filminde de anlatıldığı gibi, herkes kendi hayatının iplerini eline almalıdır...

***
Eğer yaşam referanslarınız dinden ise, Allah herkesi kendi başına “adam diye”, “insan diye”, “muhatap” diye almış, “ey insan/lar” diye doğrudan hitap etmiştir. Herkesi “uyarmak” için yalnızca “elçiler” göndermiştir…
“Ey korkutanlar, zulmedenler, nemrutlar, firavunlar, neronlar, hitlerin gölgeainde yaşayanlar, ey insanları sahiplenenler; grupların, toplumların, ülkelerin efendileri aklınızı başınıza alın” demiştir. Herkesin hesabı ve sorumluluğu kendinedir.

Her Firavuna bir Musa; her Nemruda bir İbrahim, insanlığın ders alması için sembol olarak gönderilmiştir… Roma’da köleliğe başkaldıran Spartaküslerin; Hitlerin zulmüne başkaldıran ve hayatlarından olan Münihli öğrencilerin; Gandi ve İkbal’in; Martin Luther King’in ve büyük Anadolu insanının Çanakkale ve sonrasında istiklal/bağımsızlık mücadelesi için yaptıkları da bunun içindir: İnsanın insana köle olmaması için…
***
Hayatı var eden; korkularla, zalimlerle, entrikacılarla; yetimin, mazlumun, kimsesizin, güçsüzün, işçinin-emekçinin hakkını çalanlarla; herhangi bir yerde makam ve koltuk sahibi olup zulmedenlerle; dün mazlum bugün zalim olanlarla; dün kuzu bugün kurt olanlarla; dün köle bugün köle sahibi olanlarla mücadele emri vermiştir vicdan sahiplerine…
“Zulme rıza zulümdür”, “haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır”, “kötülüğe elinizle, dilinizle, kalbinizle karşı durun” diyen de aynı ilahi kaynaklardır… 
Ötesi var mı? Eğer inanıyorsanız tabii ki!

***
Eğer referanslar şairler, gönül insanları, filozoflar, düşünce adamları ise yine denilecek çok şeyi var…
Örneğin, Etienne de La Botie “gönüllü kulluk üzerine söylev” isimli yapıtında “kırın zincirlerinizi, otoritelerin mahkumu olmayın, köpekler bile arada bir havlarlar, ne diye susuyorsunuz…” der… (M. Ali Ağaoğulları hocamızın kulakları çınlasın:))
Karl Marks malum, yaşamı isyan üzere kuruludur. “Emeğinize sahip çıkın, emek hırsızlarına kaptırmayın!” demiştir… Ama farklı yorumlanmış, düşüncesi farklı bir köleliğin doğmasına ve ne yazık ki yeryüzüne yayılmasına yol açmıştır.
Nurettin Topçu, filozof Blondel referansıyla “isyan ahlakından” söz eder… “Herşeyi kaybetmek pahasına, her şeyi üstlenmek lazımdır. Hayat, evren, varlık “hareket” üzerine kuruludur. Hareketin mühleti ancak ölümdür” der. 
Hareket, özgürlüktür; durgunluk uyuşukluktur…
M. Akif, “kesilir belki başım, fakat çekmeye gelmez boynum/ yumuşak başlı isem kim dedi uysal koyunum” diye haykırır…
Namık Kemal, “Dönersem kahpeyim millet yolunda bir azimetten”, “felek bütün cefasın toplasın gelsin” diye seslenir…
Necip Fazıl, “Nesin sen hakikat olsan da çekil” ve “yetiş körlük, yetiş takma gözde cam” diye sıradanlığa ve sığlığa isyan eder…
Alev Alatlı, “afazi”, “öğrenilmiş çaresizlik”, “onarımcılar” gibi kavramları bir çığlık gibi kullanmıştır ve günümüz gençliğini “erkek gibi bir duruşa” çağırmıştır.  
Karakterlerin cinsiyet değiştirdiğini, bazı kadınların bazı erkek geçinenlerden daha delikanlı olduğunu da daha sık gözlemlemiyor muyuz?
Hep hatırladığım/hatırlattığım gibi Rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu, Sonsuz’a gitmeden Karaman’da demişti ki “Bir saniyesine bile hakim olamadığınız, hükmedemediğiniz bir hayat için, bir dünya için bu kadar fırıldak olmanın anlamı yok… Düz yaşayacaksınız…” Eh, bundan ala söz mü olur…
Mevlana, “ey zalim sen kendi kuyunu kazıyorsun” diyor… Ama zalimlerin Mevlanayı duyacak kulakları mı var Allah aşkına?
Zalimler küresel arenada, ulusal, yerel ve kurumsal hükümranlıklarında cirit atıyor, “kıtalar dolaşıyor”lar… 
Tıpkı cehaletin babası gibi…
Zulme rıza göstermemek için yalnızca “vicdan sahibi olmak yeter…” Hangi ideoloji ve inanıştan olduğunuzun çok da bir önemi yok… Zira her türlü mukaddes değeri bireysel, ailevi ve ideolojik amaçlar için kullananların sayısı çığ gibi büyüyor… 
Konuşmalarını dinlediğiniz zaman Yunus mu, Mevlana mı, Hacı Bektaş mı bu adam dersiniz? Ama yaptıklarını görünce, “en güzel şarkıyı ihanet makamında dinlediğinizi” farkedersiniz…. Bu geçici yaşam serüveni için sonsuzluğun enerjisini üç kuruşa satan ne insanlar görürsünüz etrafınızda…
Onlar en iyi satış yöntemlerinde uzmanlaşmıştırlar… Görüntü üretimi konusunda da kimse ellerine su dökemez…

***
Köleliği, sessizliği, boyun eğmeyi, razı olmayı bir hayat tarzı yapmak felaketlerin en büyüğüdür. Hayat hızla elimizden kayıp gidiyor… Özgürlüğümüzü korkulara teslim ettiğimiz yıllarımızı her zaman utançla anacağız, üzüleceğiz ve pişmanlıklar duyacağız…
Çıkarlarımızın kölesi olup, haysiyetimizi kaybettiğimiz anda sonsuzu kaybediyoruz demektir…
Anarşizme çağırmıyorum… Korku zincirlerini kırmaya çağırıyorum… Demokrasi içerisinde “birey” olmaya çağırıyorum… Herhangi bir kuruma, kişiye, sürece saygısızlığa, kırıp-dökmeye, kalp kırmaya çağırmıyorum; “yanlışa yanlış diyebilmeye” çağırıyorum… “İnsanı insan yapan budur” diyorum…
“Haksıza haksız, entrikacıya entrikacı, zalime zalim, hırsıza hırsız, döneğe dönek, fırıldağa fırıldak, gaspçıya gaspçı…” diyebilmeye çağırıyorum… O kadar çok fırıldak türedi ki zamanımızda… Üstelik bu fırıldakçılığı da kendilerince “solculuk, sağcılık, milli ve manevi” değerler adına yapıyorlar… Rantiyecilik ve şantiyeciliğin maskeleri o kadar değişti ki… 
Onurla yaşanacak ve onurla bitirilecek bir hayatın lezzeti hiçbir şeyde yoktur… Zalim ve zulüm bazen “sosyalist”, bazen “faşist”, bazen “liberal”, bazen “milliyetçi”, bazen “laik” bazen de “muhafazakar” maskeler takar…
Zulmün dili ortaktır… Zulmü yol edinenler, ona kendi icad ettikleri “hakikatler”den maskeler uydururlar… “Rantiyecilik, şantiyecilik, çıkarcılık, maskeli ego tutkusu” günümüzde zirve yaptı, aldı başını gidiyor… Önünde hiçbir değer yargısı dayanmıyor… Piyasaya teslim olan değerlerin bezirganları işbaşında… 
Politikacı, iş adamı, bürokrat, akademisyen… 
Farketmiyor…

***
Şairin dediği gibi, “bir hayata çattık ki, hayata kurmuş pusu…” Hayatımızı, bu tuzaklardan, prangalardan, zincirlerden temizleyelim… Temizleme gücümüz yoksa, hiç olmazsa öyle bir “niyet” sahibi olalım…
Yine şair diyor ki, “Bari yok der bir sada yok mu?” Evet, “yok” diyebilecek seslere bile muhtaç olduğumuz zamanlarda yaşıyoruz… Güce, ranta, grup tahakkümlerine, ikbal sevdalarına, yalan girdaplarına teslim olanların sayısı hızla artıyor… En acısı ve en kahredicisi de bu!
Baksanıza, memleketi kana ve ateşe boğanların; her türlü değeri çıkarlarına kurban edenlerin sesleri daha gür çıkıyor, çevreleri her geçen gün genişliyor…
Hakikatin yolcuları, yalanın yolcuları kadar cesur olabilmeli ve seslerini yükseltebilmelidirler… Yoksa kötülerin ve kötülüğün imparatorluğu Nemrutların zulmünü bile gölgede bırakıyor…
Günümüzdeki Nemrutlar, “yeni yöntem ve teknolojiler” kullanıyorlar, “zihin yönlendiriyorlar…”
Firavunluk, profesyonel bir meslek haline geldi… Kitapları, makaleleri, sempozyumları var bu mesleğin…
300 yıldır bu coğrafyada halkın ve hakkın sesi hep gölgelendi vesselam! 
İşte bunu değiştirmek için çabalama zamanındayız… Şimdi, geçmişi ve geleceği daha iyi algılama ve değerlendirme aşamasındayız…
“Kötümserliğe karşı durabilmemiz, gerçeklikleri doğru saptamak kadar saptamalarımızın doğruluğuna duyduğumuz güvenle de mümkün olacaktır. Mücadele yöntemini doğru seçtiğimiz takdirde bizi durduracak hiçbir güç yoktur. Ne içerde ne de dışarıda.”
Alev Alatlı “ŞİMDİ DEĞİLSE NE ZAMAN” isimli kitabında, “yeni bir kamuoyu” oluşturmakla ilgili yazısında böyle haykırıyor… Bu haykırışı duyma zamanıdır!
Yoksa, yine şairin dediği gibi “Güneşe göç var da, kalan biz miyiz?”
Yoksa, biz de aldananlardan mıyız da, kendimizi böylesine avutuyoruz?
İşte, “bu ifritten sualin kılını çekmez akıl!”

Per aspera ad astra!