28 Temmuz 2010 Çarşamba

BARIŞA KASTETMEK YA DA...



Bugünlerde ağızlarda sakız bir kelime var: Barış.
Bu barış, başka barış... Öyle sizin-benim bildiğimiz barış değil...
Kim kiminle barışıyor? Neyin barışı?
Bu konuda birçok “barış” türü konuşuluyor... Tür diyorum çünkü, barış insani bir özellik ve sorun halinden çıkmış, neredeyse bir “meslek” ve “uzmanlık” alanı haline gelmiş... Birçok kişinin ekmek kapısı...
Ulusal barış, ekonomik barış, komşular arası barış, doğuyla batının barışması...
Aydınlarla halkın barışması...
İktidarla muhalefetin barışması...
Bilmem “kimi” temsil eden partiyle iktidar ve muhalefetin barışması...
Türkiye’nin barışması...
Bu sonuncusu daha çarpıcı...
Demekki Türkiye barışık değil... Daha da ötesi kardeş değil...
Hep söylendiği gibi veya söylediğimiz gibi kardeşliğimizde sorunlar var...
Çanakkale’de Sarıkaşmış’ta beraber ölürken kardeştik...
Ölürken kardeş, yaşarken düşman mı olduk?
Oysa, beraber yaşayabilmek için, kardeşçe ve barış içerisinde yaşayabilmek için ölmüştük...
Kim bizi bu kadar “benzetti”?
Kim bizi bu kadar bizden ve o ruhtan uzaklaştırdı?
Şimdi Türkiye enerjisini bu “icad edilen” sorunu ve sorunları çözmek için, moda deyimle barışmak için harcıyor...
Ne büyük trajedi...
Barıştan bahsedenlerse, genel olarak “kavgadan beslenenler”...
Her yolla şiddeti alkışlayan ve yüceltenler, barış diyor...
Yıllarca şiddetin tarafından yer alanlar, şiddete alkış tutanlar barış diyor....
Her türlü yer altı ve yasa dışı örgütün ve yapının da baş sloganı “barış...”
Barış, ama nasıl?
Öldürerek tabii ki...
Terör estirerek, yakarak yıkarak... Yaşlı-genç, kadın-erkek ve hatta bebek demeden katlederek...
Sonra da, olağanüstü “masumiyet” maskeleri takarak... Mazlum ve masum... Sütten çıkmış “ak kaşık”...
Bu ülkenin, bu coğrafyanın, kardeşlik mührü Çanakkale’de ve Sarıkamış’ta ve daha birçok köşesinde...
Bu barışı ve kardeşliği yok edenleri herkes biliyor da…
Şimdi ise bir fırtına başladı ve nasıl dineceğini kestirmek zor...
Türkiye ailesinin içine “nifak” ve “fesat” tohumları atanlar ne yazık ki başarılı oldular...
Şimdi, aileyi kurtarmak istiyoruz ama...
Ailenin içindeki mızmızlar, ailenin içindeki “işbirlikçiler” “barışma sürecine” çok zarar veriyorlar...
Masum ve mazlum olduğunu söyleyenler, masum ve mağdurların temsilcisi olduğunu söyleyenler ise bizzat terörden ve kandan beslenenler... O coğrafyadaki ailemizin bireylerini, kardeşlerimizi, dostlarımızı, canlarımız yaman bir biçimde aldatıyorlar...
Bu aldanma ve aldatma ne zaman biter?
Bu sorunun cevabı bende yok...